Festivallerde her gün bir mücevher keşfetmek mümkün olmuyor. Üçüncü günün enfes hediyelerinden sonra, dördüncü güne resmi seçkide yer almaması gereken, haydi bilemediniz yarışma dışı “çerezlik” olarak gösterilmesi gereken bir “gangıster” filmiyle başladık. Avustralyalı yönetmen John Hillcoat’un “Lawless-Kanunsuzlar”ını  doğrusu eskinin güzel Vahşi Batı filmlerinin özlemiyle sıkılmadan izledik. Filmin konusu, 1920’lerin Amerika’sında içki yasağı döneminde kaçak içki üreten üç kardeşin öyküsü. En büyüklerinin ölümsüz olduğu inancı, küçük kasabada efsaneye dönüşmüş. Son yılların yükselen yıldızı Jessica Chastain’in canlandırdığı eski bir kabare dansçısının yaşamlarına girmesiyle eksik kalan aşk hikayesi de tamamlanmış oluyor. Bol bol silahlı takip ve dövüş sahneleriyle filmin sonuna geldiğimizde, Amerikan ahlakçılığı gereği üç kardeş uslu uslu evlenir ve çoluk çocuğa karışıp, kanunsuz işleri bırakır. Bizi düşündüren, madem ki Cannes festivali dünya sinemasının geleceğini belirleyen ve yeniliklerin sergilendiği en büyük sinema buluşması, Hillcoat’un vurdulu kırdılı filmi yarışmada yer almamalıydı…

WİNTERBERG GÜNÜ KURTARDI
Danimarkalı yönetmenler Lars von Trier, Kristian Levring ve Soren Kragh-Jacobsen ile birlikte Dogme akımının kurucularından Thomas Vinterberg’in 1998 yılında çektiği “Festen-Şölen” akımın ilk filmiydi. Aynı yıl Cannes’da Jüri Özel Ödülü dahil olmak üzere, birçok ödül almış, övgü dolu eleştirileri de hak etmişti. Vinterberg, yıllar sonra Cannes’da büyük yarışmaya “Jatgen-Av” ile katılıyor. Film, dedikodu, şüphe ve kötü niyetin toplumu ele geçirmesiyle, bir yalanın gerçeğe dönüşmesini ve bu dönüşüm ile, masum bir adamın yaşamını yerle bir edecek bir cadı avına dönüşmesini anlatıyor. “Festen”de, bir aile kutlaması sırasında artık her biri yetişkin çağına gelmiş “çocukların”, ebeveynlerinin cinsel tacizini yıllar sonra ifşa etmelerini tokat gibi bir filmle anlatıyordu. Vinterberg “Av” ile sanki “Festen”in karşıt hikayesini çekmiş. Batı toplumlarında yaşayanlar “Av”da söz konusu olan haksız suçlamalara maruz kalan, özellikle yetişkin erkeklerin dramını anlatan birçok kurmaca izlemişlerdir. Ama yönetmenin oya gibi işlediği senaryosu ve başroldeki Mads Mikkelsen’in nefes kesen oyunu “Av”ı festivalin en iyi filmlerinin arasına yerleştirmeyi başarıyor. “Çocuklar yalan söylemez” prensibinden hareketle, şüphenin hayatınıza yerleştiği andan itibaren, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını, aklansanız bile yapılan haksızlıkları ya sineye çekmek, ya da aslında şüphenin hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmayacağı gerçeğiyle yaşamak zorunda kalacağınızı anlatıyor. Benzer filmlerden en büyük farkı, ne polis sorgusu sahnesi var, ne kasabanın topluca suçlu avına çıkması. Aksine başrol karakterinin yaşadığı süreci izlemek için onun “yanıbaşından” ayrılmayan Vinterberg, bu film ile “kariyerinin başındaki görüntü saflığına döndüğünü” söylemekte haklı. On dört yıl önce çektiği “Şölen”den sonra inişe geçen kariyerinden sonra, “Av” ile büyüklerin arasına gerçek bir geri dönüş yaşıyor.

BELLİ BİR BAKIŞIN TORPİLLİLERİ
Nabil Ayouch’un “Allahın Atları”nı tanıtan festival yöneticilerinin sunumundan anlamalıydık. “Fas’tan yıllar sonra bir filmi seçkide görmekten büyük mutluluk duyuyoruz” denince, seçkinin coğrafi alanını genişletmek, Arap dünyasındaki değişimleri siyasi olarak desteklemek vb. nedenlerle davet edilmiş olduğunu hissetmiştik. İlk intibaımız yanıltmadı. Fas’ın Kazablanka kentinin varoşlarından birinde yaşayan bir grup gencin, İslamcıların “beyin yıkamasına” maruz kalıp, 2005 yılında gerçekleştirdikleri bir seri intihar saldırısının gerçek öyküsünden hareketle yapılmış film, her sekansında bir sonrakini tahmin ettiğiniz, klişelerle dolu, oyuncu yönetimi zayıf, zorlama bir film olmuş.
Hemen akabinde daha da torpillisi vardı. Resmi yarışmada yer alan baba (David)  Cronenberg’in oğlu Cronenberg Junior (Brandon) ilk uzun metrajlı filmi “Antiviral” ile hem Belli Bir Bakış’ta, hem de ilk filmlere verilen Altın Kamera seçkisinde yarışıyor. Antiviral’in hikayesini bir cümleyle anlatalım: sıradan insanların meşhurların yaşamına özenmesi bir gün öyle bir boyut alır ki, hayranlar favori starlarının yaşamlarında geçirdikleri hastalıkların virüslerini kendilerine aşılatmak için bir özel kliniğe tonlarla para yatırırlar. Beş, haydi bilemediniz on dakikalık bir kısa film olsaydı, ilginç bir başlangıç diyebilirdik. Ama film o kadar başarısız ki, bırakacağı iz olsa olsa sinema dünyasında dönen torpilin en büyük örneklerinden biri özelliği olacaktır.