“Hah” dersiniz, “budur işte!” Diğer yandan bu anlatılar açıkladıklarından çok açıklanamaz hale getirdikleriyle; gösterdiklerinden çok karanlıkta bıraktıklarıyla etkin olur. Peki, kuşak tartışması neleri karanlıkta bırakıyor ve görünmez kılıyor?

X, Y ve Z kuşakları için Marx ne diyor?

“X kuşağı o, ne beklersin ki?”, “Y kuşağını tanımak gerek”, “Z kuşağı ise dur orada”... Kuşak tartışması gündelik hayattan siyasete, ekonomiden sanata oldukça popüler olmuş durumda. Siyaset bile onlarsız yapamıyor gibi, hani neredeyse.

Kuşak tartışması doğum yıllarına göre insanlara belli baskın değerler sistemi atfediyor. X kuşağı 60’lı ve 70’li yıllarda, Y kuşağı 80’li ve 90’lı yıllarda, Z kuşağı ise 2000 ve sonrası doğanları tanımlıyor. İşletme ve yönetim çalışmaları kuşak tartışmasının en gelişmiş olduğu yerler. İş bununla sınırlı değil ama anlaşılan kuşakların “ana vatanı” burası. İşyerinde verimliliği, üretkenliği arttırabilme, insan “sermayesi”ni en yetkin şekilde işletebilme çabasına emekçilerin belirli dönemlerdeki özelliklerini etkin kullanma imkânı sunan kuşak tartışması kolaylıkla eklemleniyor. Reklamcılıkta da kuşaklara tüketici davranışlarını anlamak ve açıklamak için sıklıkla başvuruluyor.
Muhalefetin ya da iktidarın dilini, söylemini, eylem biçimini çözümlerken kuşak tartışmasına girenler de azımsanmayacak sayıda. Kuşak anlatısı, kullanılması ön bilgi gerektirmeyen diğer anlatılar gibi, kendisine dâhil olmak isteyenleri kolaylıkla kabul ediyor. Bu anlatının hâkim söylem ile uyumlu genel bir kavramlar seti var. Kimseyi rahatsız etmeden konuşma imkânları sınırsız. Güzel tespitleri de var. Böyle olunca X, Y, Z kuşaklarının en beğenilen ve en çok bilinen söyleme dönüşmesinde şaşılacak bir şey yok.

“Apaçık” anlatılar tarafından kolaylıkla verilen cevaplar, olanı, bir şekilde bilip hissettiğimizi, aktarırken yarattıkları aşinalık hissi ile içimizi aydınlatırlar. “Hah” dersiniz, “budur işte!” Diğer yandan bu anlatılar açıkladıklarından çok açıklanamaz hale getirdikleriyle; gösterdiklerinden çok karanlıkta bıraktıklarıyla etkin olur. Peki, kuşak tartışması neleri karanlıkta bırakıyor ve görünmez kılıyor?

Aşinalık hissi ile işleyen bu tartışma “neden” sorusunu sevmez. Belli tarihler arasında doğan bireyler neden benzer özellikler taşır? “Nasıl” sorusu bir şekilde cevaplanıyor ise “neden” sorusuna neden gerek duyulsun ki?

Bu tartışma sınıf gibi öncesinde açıklama yapmanız gereken kavramları da tabii ki içermez. Birey varken, tüketici varken, bireyler kuşaklarına ait özellikleriyle bireysel ilişkiler içindeyken her şey açık, apaçık ve dahi ortada iken ne gerek var sınıfa?

Kuşak tartışması olanı açıklarken yarattığı aşinalık hissi ile içimizi aydınlatır. Bu bağlamda yaşamı, kişilikleri ve toplumu anlamak için ilgi çekici olması anlaşılırdır. Ama “neden” sorusu olmayan cevapları sıkıcı buluyorsak, bir şeyi okuyunca başlangıçta sahip olduğumuz bilginin daha fazlasına ulaşmak istiyorsak ekonomi politiğin sesine kulak vermek gerek. “İnsanı, toplumu ve siyaseti toplumsal bir bütünlük içinde açıklama gayreti ile üretilmiş” bilimsel bilgiye kulak vermek gerek. Kısacası Marx’a kulak vermek gerek.

Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsöz’ünde ekonomi politik üzerine çalışmalarının ana eksenini net bir biçimde dile getirir: “Vardığım ve keşfeder keşfetmez çalışmalarıma yol gösteren ilke haline gelen sonuç, kısaca aşağıdaki şekilde formüle edilebilir. İnsanlar hayatlarının toplumsal üretimi içinde belirli ve iradelerinden bağımsız, üretim güçlerinin belirli bir gelişmişlik düzeyine tekabül eden üretim ilişkileri içine girerler. Bu üretim ilişkilerinin tamamı toplumun iktisadi yapısını, üzerinde belli toplumsal bilincin tekabül ettiği bir hukuki ve siyasi üstyapının oluştuğu, gerçek temeli meydana getirir. Maddi hayatın üretilme biçimi, genelde toplumsal, siyasi ve entelektüel hayat süreçlerini belirler.” X, Y, Z kuşaklarının “maddi hayatlarının üretilme biçimleri”ne bir bakalım öyleyse.
Kuşak tartışmasında 60’lı ve70’li yıllarda doğan X kuşağının çalışkan ve sorumluluk sahibi olduğu vurgulanır. Güçlü aidiyetler geliştirirler. Çalışmayı bilirler, disiplinlidirler. Neden böyledir? Bu yıllar kapitalizmin SSCB gölgesinde merkezde Fordist üretimle ve çevrede ithal ikamecilikle biçimlendiği yıllardır. Sosyal refah devleti iktisadi ve siyasal süreçlerde belirleyicidir. İşçi sınıfının önemli bir bölümü görece yüksek ücretlere, güvenceli çalışmaya ve sosyal haklara sahiptir. Bu yıllar sanayileşerek kalkınma, ülkeyi ileri taşıma, tek bir başak tanesini bile evsiz yurtsuz bırakmama gibi değerlerle biçimlenmiştir. Toplumsal sorumluluğun, kamunun, yurtseverliğin kıymetli olduğu yıllardır.

Aynı kuşak tartışması 80’li ve 90’lı yıllarda doğan Y’i ise şöyle tanımlar: Y kuşağı aynı anda birçok şeyle ilgilenir. Çok sık iş değiştirir. Girişimcidir ve risk almayı sever. Esnek çalışmaya açıktır. Çevreden onay ve kabullenme beklentileri yüksektir. “Neden” sorusu için ise şunlar söylenebilir: 80’ler ve 90’lar bir önceki dönemin politikaların yerini neoliberal siyaset ve iktisat politikalarına bıraktığı yıllardır. “Yönetişim”, “finansallaşma”, “yerelleşme” gibi terimler yükselirken; “kalkınma”, “kamu”, “kamu hizmeti”, “üretim” gibi kavramların içeriği dönüşmektedir.

Finansallaşmanın, postfordist üretimin ve yeni iletişim teknolojilerin baskısı altında dönüşen ilişkilerin yılları olarak 90’lar bir de SSCB’nin çöküşüne şahitlik edecektir. Emekçiler ve işçi sınıfı için düşük ücretler ve sosyal hak kayıpları endişe vericidir. Ama sınırsız özgürlüğün beşiği olan küresel piyasalar sabırla beklemeyi bilenlere güzel günler vadetmektedir: “geçerli sertifikalar, diplomalar” ve “yeni düzende herkesten önce kapılmış bir yer.” “Dünyayı sırtlarında taşımaktan bıkmışlar” için bireysellik ve bencillik bir önceki dönemin kasvetini atmaya yetecektir. Bireyler kültürel, etik ve etnik varoluşları ile siyaset alanındadır. Y kuşağının hali bu “nedenle” böyledir.
Peki ya Z kuşağı? Z kuşağı 2000 ve sonrası doğanlardır. Yüksek teknoloji kullanma yeteneğine sahiptirler. Maddeler ilişkilerden, somut çıkarlar duygusal kazanımlardan değerlidir. Hırslı ve hızlıdırlar; koşarken basıp ezdiklerine dikkat etmezler. Dikkatlerini uzun süre bir nesne üzerinde yoğunlaştıramazlar. Maddeden gayrı şeye bağlılık anlamsızdır. Peki, neden böyledir? 2000’li yıllar ve sonrası neoliberalizmin iktisadi ve siyasi kriz yıllarıdır. Tablo her geçen gün kararmaktadır. Güvencesiz ve geleceksiz çalışma bir önceki on yıldan devralınmıştır. Derinleşen eşitsizlikler ve adaletsizlikler sermaye örgütlerini bile korkutacak boyutlara varmıştır. Emeğin hapishanesi bankalar ve borç ilişkisidir. Sağ popülizm yükselmekte ve baskıcı uygulamalar artmaktadır. Yüksek teknoloji kullanımı hayatı biçimlendiren ilişkilerin kurulma, yaşanma ve tüketilme hızını artırmıştır.

2000’li yıllarda doğanlar, içine doğdukları gelecek vaat etmeyen, yıkıcı ve tahripkar maddi yaşam koşullarında gerçekçi ve materyalisttir. 2000’li yıllarda doğanların “hırsları, hızları ve gerçekçilikleri”ni düşündüğümüzde kuşak tartışması bir kez daha bir şeyleri tutturmuş gibidir; tabii bir kez daha bir şeyleri unutarak, görünmez kılarak.

Bugünü anlamak, bugünün mücadelesine, muhalefetine bir yaklaşım geliştirmek için kullanılan X, Y, Z kuşakları yalnız başlarına bir şey söylemezler. Ama isterseniz Marx onlara söyletir!