Nurcan Gökdemir

nurcangokdemir@birgun.net

31 Mart yerel seçimlerinin büyük tartışmalara konu olmadan üstelik de muhalefet lehine sonuçlanmasının ardından iyimserlerin “Gördünüz Türkiye hala kurumlar, kurallar ülkesi. Hala seçim yapabiliyor” söylemleri sandıklar kapanır kapanmaz anlamsızlaştı.

Van halkının yüzde 55.5 gibi büyük bir çoğunluğunun oyunu alarak belediye başkanı seçilen DEM Parti’li Abdullah Zeydan’a mazbatasının verilmeyeceği ortaya çıktı. Abdullah Zeydan’ın Anayasa’nın yurttaşlara tanıdığı temel haklardan olan seçilme hakkı ile Vanlı yurttaşların seçme hakkı ayaklar altında alındı ve yüzde 27 oyla seçimi ikinci sırada bitiren AKP’li Abdulahat Arvas’a mazbata hediye edildi. Adaylık sürecinde hiçbir yasal engelle karşılaşmamasına karşın Zeydan’a kazandığı başkanlık verilmeme nedeni olarak aldığı mahkumiyet kararı gerekçe gösterildi.  Zeydan’ın 2016'da "örgüte yardımdan" 5 yıl, "örgüt propagandası yapmaktan" aldığı 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasının Yargıtay tarafından iptal edildiği hiç dikkate alınmadı. Üstelik Zeydan yasaklı haklarının iadesine ilişkin mahkemeden bir karar da çıkarttırmıştı. Özetle bir önceki yerel seçimde kayyum yoluyla Kürt seçmenin iradesinin yok sayılması uygulamasının daha pervasız bir modeli uygulanarak bu koltuk Zeydan’ın yarısı kadar oy alabilen AKP’li adaya verilmek istendi.

KARARIN ŞİFRELERİ

Bu sadece bir işgüzarın işi miydi, AKP bu kez kayyumla yetinmeyerek başkanlıklara el koymayı mı hedefliyordu, birileri ülkede kaos çıkartmak için düğmeye mi basmıştı, yanıtı aranan soru muhtelif. Ancak kesin olan bir şey var ki bir iki itiraz dışında AKP Genel Merkezi'nden bu uygulamaya karşı etkili bir ses gelmedi.

Ses Vanlı yurttaşlardan, başta anamuhalefet partisi CHP olmak üzere demokrasiden yana olduğunu ifade eden siyasi partilerden, ülkenin muhalif kesimlerinden yükseldi. Sonuçta Yüksek Seçim Kurulu, adaylık başvurusunu kabul ettiği Zeydan’ın belediye başkanı seçildiğini de kabul etmek zorunda kaldı. Bu kayyum öncesi bir yoklama idiyse bu kez buna geçit verilmeyeceği çok açık bir şekilde ülkenin demokratik güçlerinin de desteğiyle DEM Parti ve bölgede yaşayanlar tarafından iktidara gösterildi. Henüz sular durulmadı, bunun ardından kayyumluk denemesi gelip gelmeyeceği hala kaygı yaratan bir beklenti.

DEMOKRASİNİN STANDARDINI YÜKSELTELİM

Bu kargaşa sürerken TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un açıklaması ile AKP’nin her dönem siyasi fayda sağlama, iktidarını kurumsallaştırma, seçmenini konsolide etme, antidemokratik uygulamaları hayata geçirme arayışı ile aynı ajandada yer alan Anayasa değişikliği istemleri bir kez daha hatırlatıldı.

Kurtulmuş TBMM’de düzenlenen bir iftar programında “Türkiye demokrasisinin standartlarını yükseltme” gibi gösterişli bir ifade ile süslediği konuşmasında, şunları söyledi:

“1921 Anayasası'nda olduğu gibi Türkiye'nin katılımcı, güçlü bir anayasa yapma imkanı bu Meclis'te vardır. Yeter ki iyi niyetle bu meselenin takipçisi olalım. Artık kaç kere değiştirilirse değiştirilsin 1980 ve 1960 darbelerinin o karanlık eserlerini bünyesinde taşıyan bu mevcut anayasadan Türkiye'nin sivil siyasetinin kurtulma vakti çoktan gelmiştir. Bu bir fantezi değildir, Türkiye'nin demokratik standartlarının yükseltilmesi için bir zorunluluktur."

1921 Anayasası’nın “Yerel demokrasi” vurgusu nedeniyle özerklik tartışmalarına yol açıp açmayacağı bunun bir siyasi amaca yönelik olup olmadığı tartışmaları mutlaka yaşanacak ancak bu yazının konusu bu değil.

Abdullah Zeydan’a yaşatılanlarda AKP’nin demokrasi standardının yükseltilmesinden ne anladığının son örneğini gördük.

KURTULMUŞ’UN ANAYASA SABIKASI

Ancak bir başka konu var ki bizzat Numan Kurtulmuş’un hukukunu koruma konusunda doğrudan sorumlu olduğu TİP Milletvekili Can Atalay için yapmadıkları... Can Atalay’a karşı kurulan kumpasa tavırsızlığı ile verdiği katkı.  TBMM’de onun başkanlık döneminde kabul edilen yasa metinlerinin büyük bölümünün Anayasa’ya aykırılık tartışmasına konu olması ve AYM tarafından verilen yüzlerce iptal kararı. Tüm bunlardan dolayı ”Standardı yüksek Anayasa yapma işi AKP'nin olamaz. Aslında amaçlanan ne?” sorusunun sorulma haklılığı tartışma kaldırmaz bir konu.

Tüm bunları anlatan en doğru ifade Anayasa Hukukçusu İbrahim Kaboğlu’nun nitelemesi ile “Yalancı Anayasacılık”…