10 Aralık 2007 günlü Tarafta Neşe Düzel'in, Suavi Aydın'la söyleşisi, çok zengin tartışma başlıkları içeriyordu. Kaçıranların,...

10 Aralık 2007 günlü Tarafta Neşe Düzel'in, Suavi Aydın'la söyleşisi, çok zengin tartışma başlıkları içeriyordu. Kaçıranların, ne yapıp edip okumalarını isterim. Devletin yapılanması üzerine Suavi Aydın'ın sözleri, bugün içinde bulunduğumuz "yapısal" krize ışık tutuyor. Devletin, yurttaşların kontrol edebileceği bir güç olmadığını, çünkü yurttaş tarafından kurulmadığını, tersine devletin "zor" ile yurttaş yarattığını, bu "yurttaş"ın, devletin kendisine her şeyi yapabileceğini düşündüğünü söylüyor, Suavi Aydın bize. Ben, her bir satırı gerçekten çok önemli bu söyleşide şu bölümü öne çıkarmak istedim. "Bu ülkede insanlar devlet denince hala iki zor aygıtını anlarlar. Yargı ve asker. Yani 'hâkim've 'jandarma'yı anlarlar".

Bu tespit esasen, bu ülkede devletin toplum ve yurttaşla ilişkisinin bir kelimelik özetidir. Yargının "dokunabilirle" gücü, işte bu "dokunulmazlığından kaynaklanmaktadır. Bugün güncellik kazanan hakim ve savcıların atanması ile ilgili yasa değişikliği de içinde olmak üzere Hırant Dink'in katli ve Malatya cinayetleri soruşturmalarının birer "sapma" olmaması, hemen yukarda ifade ettiğim "özef'le açıklanabilecek olgulardır.

Her iki (aslında dört) cinayet soruşturmasında sadece karartılan deliller değil; zanlıların "işe alınmaları" da başta olmak üzere, bir dizi gelişmeler, bizi bir kez daha, kavramsal olarak "Bir Devlet Yapımı" prodüksiyonla karşı karşıya getiriyor. "Bir Devlet Yapımı" derken, devletin yasal yetkisini kullanan bir aygıtının bu cinayetlerde doğrudan rolü olduğunu işaret etmediğimi belirtmeliyim. Kelimeleri dikkatle seçmemdeki "hassasiyet", benim de yasalara uyma mecburiyetimden kaynaklanmıyor.

Şunu söylemeye çalışıyorum: Devlet gücünü şu ya da bu biçimde elinde bulunduran kişi veya kurumlar, bir "hassasiyef'le davranıyorlar. Bu hassasiyeti tarif eden en önemli unsur, devletin -bizim bir türlü sual edemediğimiz- hikmetinin (iç hukukunun) önceliği. Bu iç hukukta, kullanması için eline güç (silah, otorite, vs.) verilenin bildiği en temel şey şudur: "bana bir şey olmaz". "Bir Devlet Yapımı" derken, bunu kastediyorum. Birileri devlet için bir şey yapar ve bu yapılan toplumun denetimine kapatılırsa, yapanlara gerçekten de bir şey olmazsa, bu bir devlet prodüksiyonudur.

Zaten "dokunulmazlık" gördüğümüz her yerde, aynı prodüksiyon vardır. Adı "kutsal" olan her yerde, aynı iktidarın damgasını görürüz. Kutsal diye belletilen ne ise, onun için güç kullanan (suçlayan, yargılayan, karar veren) bir yargı mensubu için kendi kimliğini biçimlendiren en temel unsur, yine aynı "kutsal olan"dır. Zaten, "Ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem" cümlesinde ifadesini bulan bu retorik, aslında yargının kimliğidir.

Bu kimliği aynı retorikten okumaya çalışacak olursak, "hukuk mukuk dinlemem" sözlerinde; ne yaptığını, nerde durduğunu çok iyi bilen bir netlik, dahası özgüven bulabiliriz. Hatta, herhalde az bir ihtimalle pervasızlık olarak görülebilecek; büyük bir ihtimalle de gözükaralık hanesine yazılacak "yiğitlik" de okunabilir, bu sözlerde. Fakat bu kimliği çözebilecek en sağlam anahtar, "biaf'tır. Yargı, her tabiyet ilişkisinde olduğu gibi, biat ettiği adına hakimiyet ilişkisi tesis etmektedir.

Çok basit olarak, hakim ve savcıların mesleğe kabulüne ilişkin yasa değişikliğiyle ilgili koparılan gürültü, bu ilişkinin tezahürüdür. Yasa değişikliğini eleştirenlerin, bugüne kadar yapılan uygulamalar ve onun yasal daya-nağıyla bir sorunu yoktur. Bu eleştirinin sahiplerinden biri eski bir Adalet Bakanı, döneminde mesleğe kendi görüşü etrafında hakim ve savcıların alındığını, övünçle söyleyebilmiştir. Hafta içi bir televizyon programında, bu sözleri parti kongresinde söylediğini belirtmiş, bir bakıma, tabanına "iyi bir partili" mesajı verdiğini ima etmiştir.

Öte yandan yürütme, büyük bir fütursuzlukla, "Biz aslında yönetmelikle yapılagelen uygulamaya, sadece yasal zemin hazırladık" diyebilmektedir. Oysa mevcut uygulamanın bizzat kendisi, yargı bağımsızlığını tehdit etmekte, bu tespit, hükümetin rotasını çevirdiğini her fırsatta tekrar ettiği AB'nin Türkiye'ye ilişkin İlerleme Raporu'nda da açıkça yer almaktadır.

Yargı söz konusu olduğunda, yargının biat eden kimliğini hedef almayan bir siyaset tarzı, iktidar ve muhalefet etiketleriyle ağız dalaşı yapmakta, birbirlerine girmekte, bazen de bu itiş kakışta yere düşenler, acıklı sesler çıkarmaktadır. Yargının tabi olacağı gücü kimin temsil ettiğine ilişkin bir kapışma, diyebiliriz buna.

"Ülkem için" yapılan yargı belki bunu ha-kediyordur. Sorun, nerede ve adı ne olursa olsun, bir "hukuk devleti"nin bunu hakedip etmediğinde.