Büyük Kent’in sokaklarında Twitter’dan medet uman Mehdi’nin Felaketler Çağı’nda yaşadığı dramı anlatmış Yavuz Ekinci. Zerdüşt kadar yalnız, iyileşmeyen nasırı kadar acı… Ekinci ile Doğan Kitap’tan çıkan son romanı Peygamberin Endişesi’ni konuştuk. • Cumartesi Anneleri’nden mültecilere, Roboski’den Teybet Ana’ya dek birçok acının vuku bulduğu bir çeşit yıkım çağında, insanların bir siyasetçiye, bir peygambere, bir kurtarıcıya umut […]

Yazar Yavuz Ekinci: Bir kurtarıcı gelse de artık bir şey yapamaz

Büyük Kent’in sokaklarında Twitter’dan medet uman Mehdi’nin Felaketler Çağı’nda yaşadığı dramı anlatmış Yavuz Ekinci. Zerdüşt kadar yalnız, iyileşmeyen nasırı kadar acı… Ekinci ile Doğan Kitap’tan çıkan son romanı Peygamberin Endişesi’ni konuştuk.

• Cumartesi Anneleri’nden mültecilere, Roboski’den Teybet Ana’ya dek birçok acının vuku bulduğu bir çeşit yıkım çağında, insanların bir siyasetçiye, bir peygambere, bir kurtarıcıya umut bağladığını düşünüyor musunuz?

Yakın zamanda çok zor günler geçirdik ve geçirmeye devam ediyoruz. Eski bir efsaneye göre Kral Midas, onu uykusuz bırakan soruya cevap bulmak için uzun bir süre ormanda Dionysos’un eşlikçisi bilge Silenos’u kovalar. Bu kovalamacanın sonunda kral bilgeyi yakalar. Kral, Silenos’a “İnsanlar için en iyi ve en mükemmel şeyin nedir?” diye sorar. Bilge Silenos, ona cevap vermek istemez. Kral bu sorunun cevabını almak için bilgeyi zorlayınca, bilge önce acıyla kralın yüzüne bakar ve ona “İnsan için birinci en önemli şey doğmamış olmak, hiç olmamış olmak. İkinci en önemli şey ise en kısa zamanda ölmektir” der.

• İnsan zavallı ve çaresizdir. Çünkü insan yüreğinin en derinliklerinde ölümü hisseder. Bu ölüm duygusu asla peşimizi bırakmaz. Yunanlılar ölümün çaresizliğine karşı Tanrılar Dünyasını ve Olympos’u inşa etmişlerdir.

Geçmişten günümüze kadar insanlar, hep bir kurtarıcının gelmesini beklediler. Ve her seferinde beklediğim budur diyerek kurtarıcının ardından da gittiler. Denizde boğulan birinin denizin üstündeki beyaz köpüklere tutunmaya çalışması gibi insanlar da kurtarıcıya tutunurlar. Fakat çoğunlukla bu kurtarıcı figürü bir hayal kırıklığıdır. İşte tam da bu yüzden insanlık tarihi bekleyişin hayal kırıklığıyla doludur. Çağımızın derin bir çıkmazda olduğu gün gibi ortada. Çünkü artık bir kişinin doyması için beş kişinin aç kalması gerekiyor. Devletler halklarına refah dağıtacaklarına onlara felakete sürükleyen silahlara yatırım yapıyorlar. Sağ ve milliyetçi düşünce dünyanın her tarafında büyük bir yükselişte. Oysa yüzyılın başında bu düşüncenin nasıl büyük felaketlere sebep olduğu gün gibi ortada. Sanırım yeni kuşaklar bu korkunç düşüncenin yarattığı tahribatı çok çabuk unuttular.

• Peki, bu çağın bir kurtarıcıya ihtiyacı var mı?

Evet var. Bu çağın bir kurtarıcıya ihtiyacı var. Fakat bir kurtarıcı gelse de bu çağa ve bu insanlara artık hiçbir şey yapamaz. Çünkü artık kurtarıcı sadece mesiyetik bir kurgudan ibarettir. O artık umuduyla değil umutsuzluğuyla ruhumuzdaki varlığını sürdürüyor. Mehdi veya Mesih artık bir şahıs değil bir bekleme seansıdır.

• Mehdi, yaşadığı çağın acısını duyumsayan ama aynı çağın yıkımıyla varoluş savaşı veren başarısız bir peygamber. Böyle bir çağda umut vaat edip kitleleri sürükleyen başka kurtarıcılardan neyi eksik?

Mehdi’nin neyi eksik… Eskiden futbol oynardım. Tabi artık şimdi oynayamıyorum ama maçları izlerim. Dünya Kupası’nı izlerken baktım sürekli kazanma şansı en zayıf takımı tutuyorum. Kalbim onlar için çarpıyordu. Ben kitleleri ardından sürekleyken, dünyanın geleceğine mührünü vurmuş bir peygamberin hayatını anlatmıyorum. Böyle bir metin de yazamam. Vahiy alamayan, sürekli kaybeden, tutunmayan, başarısız, ayağının altındaki nasırla baş edemeyen bir peygamberi anlatmak istedim. Onu hikâyesini anlatırken bir yandan da kendi kaybedişimle de uzun bir yolculuğa çıktım. Şimdi tekrar başa dönecek olursak Mehdi’de olan samimiyet ve dürüstlük bugün kitleri arkasında sürükleyen kurtarıcılarda yok. Mehdi’de eksik değil sanırım fazlalık var.

• Günlük yaşamda birçok olaya tepkimiz sosyal medyada mesaj yayınlamaktan ibaret. Belki biraz vicdanımızı rahatlatıyoruz. Sanki Mehdi bile olsak zamanın ruhuna hapsolmaya mahkumuz?

Umberto Eco, Twitter’i banliyö barına benzetir. Bardaki sohbetlerin uluslararası siyaseti değiştirmediğini orda konuşulanların hemen unutulduğunu belirtir. Onun bu tespitini ilk okuduğumda çok şaşırmıştım. Çünkü o zamanlar sosyal medyanın gücüne inanıyordum. Vicdan konusuna girmeyi düşünmüyorum. Çünkü şunu iyi biliyorum insan her şeyle baş edebilir ama kendisiyle baş edemez. Herkesi kandırabilirsin ama kendini kandıramazsın. Zamanın ruhu önüne katığını çok uzaklara savuran bir rüzgar gibidir. Mehdi bile olsak ondan kurtulamayız.

HİKÂYELERİN DE BİR DNA’SI VAR

• “Kişi, hayatı hangi derinlikte görürse, ızdırabı da aynı derinlikte yaşar” diyordu Nietzsche. Romanı okurken Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü düşündüm. Belki de bir Zerdüşt hikâyesi anlattınız. Nitekim sondaki alıntıyla sorarsak, “Şimdi ne arıyoruz uyuyanların arasında?”

Hikâyelerin bir DNA’sı var mı? Bence hikâyelerin de bir DNA’sı vardır. Nasıl ki bütün atalarımızdan DNA alıyorsak; hikâyelerin de, masalların da ve anlatıların da birbirine devreden bir DNA’sı vardır. Yazdığım her metnin, her cümlenin, her kitabın arkasında binlerce eserin ve yazarın izi var. Beni Peygamberin Endişesi’ni yazmaya iten en önemli eserlerden biri de bahsettiğin Nietzche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eseridir. Mehdi dağdan dönerken şehri terk eden Zerdüşt ile karşılaşır ve onunla kısa bir konuşma yapar. Bu yüzden romanın son sözünü Zerdüşt’e bıraktım.

• Kitabın kaynakça kısmı dikkatimi çekti, Baudelaire’den Şeyh Galip’e çok zengin bir arka plan var. Yazmaya nasıl karar verdiniz? Hassas bir konu ele alınıyor, gelebilecek tepkilere karşı endişe hissettiniz mi?

Ben bir hikâye anlatıcısıyım. O yüzden dünyaya hikâyeyle bakıyorum ve ancak kendimi, dünyamı hikâyeyle anlatabiliyorum. Ben yazmaya kimi zaman bir soru çoğu zamanda zihnimde canlanan bir sahneyle başlarım. Bu roman da zihnimde canlanan bir sahneyle başladı. Gördüğüm sahne kalabalıklar arasında anlatamamanın çaresizliğiyle çırpınan birinin yüzüydü. Ben de Mehdi gibi ömrümün büyük bir kısmı insanlara gördüklerimi, duyduklarımı ve yaşadıklarımı anlatmak için çırpındım. Ama onlara anlatmadım. Onlara Batman’da, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Cizre’de böyle oldu, şöyle oldu dedim ama onlar sadece şüpheyle yüzüme baktılar ve hemen senin bildiğin gibi değil deyip ısrarla resmi ideolojinin söylediklerini tekrarladılar. İşte tüm bunlar metnin arka planını oluşturdu. Metni yazarken hassas bir konu işlediğimi hiç düşünmedim. Çünkü metni yazarken sadece benim gölgem kâğıdın üstüne düştü.