Herkes sizi taşınıyor sanıyormuş. Evin önüne bildiğiniz nakliyat kamyonetlerinden biri geliyor ve başlıyor yüklemeye. Normal, sıradan bir olay gibi. Güpegündüz. Akşam eve geldiğinizde bakıyorsunuz ki...

Herkes sizi taşınıyor sanıyormuş. Evin önüne bildiğiniz nakliyat kamyonetlerinden biri geliyor ve başlıyor yüklemeye. Normal, sıradan bir olay gibi. Güpegündüz. Akşam eve geldiğinizde bakıyorsunuz ki, eşyaların çoğu gitmiş. Bizim apartman görevlisi, iki üç bina aşağıdaki nakliye işini bana anlatırken, "Ağbi anlaman mümkün değil" demişti, "Hamallar birbirleriyle güle oynaya taşıyorlardı eşyaları".

Mayıs ama özellikle Haziran ayının tatile girilen 4'ünden önceki üç gününde çıkarılan yasalara baktığımda, bu yeni, adet olduğu üzere postmodern mi desek yoksa, taşınma işini hatırladım. TRT 3 bu "yasama faaliyeti"ni, nakliye işi olduğundan mı acaba, bazen naklen veriyor. Bir ara baktım, gerçekten de, güle oynaya naklediyorlardı. Okullar tatile girerken ilkokul bebeleri ağlarlar ya, öyle ağlayanlar da oldu, doğrusu. Yakından baktım, ağlamak bile yakışıyordu bunlara. Bu sefer ben, güle güle bir hal oldum.

Bunlar güle oynaya, polisin yetkilerini artıran ve mera ve yaylalarda kaçak yapılara af getiren düzenlemeleri, aradan çıkarıverdiler. Millet, vekalet almak için tek seçici genel başkanların kapıları önüne postları sermiş olduğundan, bu nakliyeciler, kimsenin dikkatini çekmedi.

Bundan bir süre önce, Ankara Barosu Başkanı Ahsen Coşar ve birkaç öğretim üyesinin itirazı dışında, neredeyse hiç üzerinde durulmayan bir başka gelişme ise, YÖK'ün yurtdışı yükseköğretim diplomaları denklik yönetmeliğinde yaptığı değişiklik oldu. Bu değişikliği, yanlış anlaşılmasın, Meclis yapmadı, YÖK'ün kendisi yaptı. Bu değişikliğe göre, yurtdışında öğrenim görülen üniversitelerin programlarında, program içeriğiyle ilgisi olmayan dersler olmayacak, ayrıca bunlar Anayasamızın temel ilkelerine ve Yüksek Öğretim Kanunu'nun 4 ve 5. maddelerinde belirtilen amaç ve ilkelere aykırı olmayacak.

Sözü edilen 4 ve 5. maddelere gelince: burada konulan ölçüler, "Atatürk Milliyetçiliği", "Türk Olmanın Şeref ve Mutluluğu", "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilmek ve bunları davranış haline getirmek", "milli kültüre, Türk örf ve adetlerine aykırı olmamak".

YÖK'ün 12 Eylülcüler tarafından hukuk düzeni içinde oluşturulmuş, yani bir darbe kurumu olduğunu, bundan daha iyi ne anlatabilir? Yakın zamanda yapılan bu değişiklik, bir çok şeyle birlikte, galiba esas olarak; bu darbenin hala sürdüğünü gösteriyor: "Uzun Sürmüş Bir Darbe"!

Saraçoğlu Stadı'nın arkasındaki Kenan Evren Lisesi'nde bile bu kadar boğucu bir atmosfer yoktur sanıyorum.

Her olağanüstü hal, "öğrenim" işini pek önemser. Bu çerçevede yaptığı ilk iş, üniversitelerden belli hocaları uzaklaştırmak olmuştur. Çünkü bu hocalar, genç dimağları yeteri kadar zehirlemiş olan mel'un şahsiyetlerdir ve esasen içerisi, bunların kök salamayacağı kadar temiz olduğundan, bunların kökü, adet olduğu üzere dışarıdadır. Her darbe, kalbi vatan aşkıyla dolu bu gencecik bedenlerin daha fazla zehirlenmesine seyirci kalamayacağı için, her defasında adına Üniversite Reformu dedikleri bir temizliğe girişir.

Dünyanın her yerinde diktatörlerin taşıdığı aynı 'hassasiyet'lerin ürünü olarak oluşturulan YÖK, aynı zamanda 12 Eylül'e karşı ilk protestoların hedefi oldu. Gerçi 12 Eylül'ün ilk yıllarında darbecilerin hışmına uğrayan hocaların arasından, YÖK'ün sıcak koltuklarına oturanlar oldu, çok sonra. Bu ve benzeri durumlar, siyaset ve düşünce dünyamızda sık karşılaştığımız örnekler olması bakımından, özel bir öneme sahip değil. Ama zaten YÖK'e muhalefet, önemli ölçüde mağduriyet, haksızlık benzeri kavramların üzerinden yürüdüğü, öğrenciler açısından ise harçlara hayır'dan ibaret kaldığı için, bu kurum bugün bu kadar cüretkar bir şekilde, belki Har-bokullarında örneği olabilecek (kim bilir belki de olması gereken) bir düzenlemeye gidebiliyor.

Bu amaç ve ilkelerden anlamamız gereken, bırakın fark üretmeyi, bize dayatılanın dışında düşünmememiz gerektiğidir. Bu amaç ve ilke, benim istediğim gibi olmayanın, benim düşmanım olduğudur.

Faşizmi küfür ve hakaret değil de, bir siyaset tarzı, siyasi kültür olarak görmeye çalışırsak, ne dediğim daha iyi anlaşılır. Keza, en yüksek "ilim irfan yuvası"ndaki algı ile, düz bir lisenin Milli Güvenlik hocasının retoriği arasında bir fark olması gerektiği de...