Elli yıl önceki devrimciliğin, yüz yıl önceki Milli Mücadele’nin mirasını, deneyimlerini, sloganlarını, türkü ve marşlarını hatırlamak, canlandırmak zamanıdır. Başarılmalıdır.

Yeniden kuruluşun kitlesi Gezide ortaya çıktı

BirGün

Hocaların hocası Korkut Boratav ile Cumhuriyet’in 100 yıllık yolculuğundaki kritik siyasi dönemeçleri ve yeniden kuruluş imkanlarını konuştuk. 

• Bugün 100 yıl önce kurulan biçimiyle hem siyasal anlamda hem de iktisadi, toplumsal temelleri bağlamında aynı Cumhuriyet’ten bahsedilemez gibi gözüküyor. Kesintisiz bir Cumhuriyet okuması yapılabilir mi?  

Kesintisiz bir Cumhuriyet okuması yapılamaz; tasarlanamaz. Radikal bir demokratik devrim olarak başlayan Cumhuriyet, 100’üncü yılına İslamcı bir faşizme dönüşmenin eşiğindedir. Bu dönüşüm yumuşak bir geçişle değil, kritik aşamalar, çalkantılar içinde gerçekleşti.   

Cumhuriyet’in gelişimi devrimci ve tutucu güçlerin mücadelesi içinde gelişti; kritik aşamalardan geçerek bugüne geldi. Siyaset sarkacı, şimdilik “sol” ve “sağ” adlandırabileceğim iki doğrultuda salındı. Yön değiştirme aşamalarına “kesinti” diyebiliriz. 

Şimdilik Cumhuriyet’in ilk yarısına odaklanalım. İlk önemli kesinti, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundadır. Dünya siyasetindeki kutuplaşmada ABD etkisi öne çıktı. Kurucu parti CHP  1946’da  radikal bir dönüşümle sağa kaydı; Cumhuriyet’in son iki devrimci atılımı olan Köy Enstitüleri ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu,  CHP’nin yükselen sağ kanadınca baltalandı, engellendi. İki sosyalist parti ve sola dönük sendikalar, anti-komünist bir kampanya içinde kapatıldı.  Türkiye çok partili demokrasiye Sol’u tasfiye ederek geçti.  

Prof. Dr. Korkut Boratav

Halbuki Cumhuriyet’in üstyapı devrimleri bilim, düşün ve medya alanlarını zenginleştirmişti. 1946 Türkiye’sinde Batı Avrupa-türü bir çoksesli demokrasiye dönüşüm potansiyeli oluşmuştu. Demokratik devrimi olgunlaştıracak bu adım, bu ilk kesinti ile engellendi. Demokrat Parti (DP) yönetimindeki sonraki on yıl anti-komünizmin öne çıktığı baskıcı bir dönemdir.  

Baskıcı rejime tepki kaçınılmazdı. 27 Mayıs darbesi, DP’nin “sivil darbesini” önledi.1950’li yıllarda CHP, bir anlamda “günah çıkarmış”; İlk Hedefler Beyannamesi ile bir demokratikleşme programı önermişti. 1961 Anayasası’nı etkiledi. Siyaset sarkacının “sola” yönelmesi böylece başladı; Cumhuriyet devrimlerinin birikimlerini içererek genişleten 20 yıllık bir döneme damgasını vurdu. Sol siyaset bu dönemde yasallaştı, örgütlendi, temsil edildi.  

Sonrasında “devran tekrar değişti”. CHP sola dönük, sınıfsal bir platformla iktidardaydı. Parlamento-dışı devrimci, sosyalist akımlar, emekçi örgütleri ayrıca güçlenmekte; Türkiye bütün olarak sola kaymaktaydı. 1980 darbesi 1982 Anayasası ile rejimi değiştirdi. Siyaset sarkacı bir kez daha sağa yöneldi.   

Cumhuriyet tarihinin ilk yarısı bu kesintileri içeriyor.  

• O zaman 100 yıl önce kurulan Cumhuriyet’in bugün herhangi bir biçimiyle bir devamından bahsedilebilir mi yoksa yıkıldığını ve yeni bir rejimin kuruluşu içerisinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz? 

Cumhuriyet’in ikinci yarısına iki türlü bakılabilir: Birincisine göre, 12 Eylül darbesinin başlattığı eğilim kesintisiz süregelmiş İslamcı bir faşizme ulaşmıştır. Bu bakış açısını destekleyen belirleyici etkenleri de sıralayabiliriz: Parlamenter solu temsil eden CHP önce parçalanmış; tekrar bütünleştiğinde 1970’li yılların sınıfsal   platformundan ve aydınlanmacı/Kemalist çizgisinden kopmuştur. Sol kanadı olmayan liberal bir partiye dönüşmüştür. Parlamento-dışı, devrimci, sosyalist sol ise 12 Eylül darbesinin öncelikli hedefi olmuştur; çökertilmiş, dağıtılmıştır. Bir önceki dönemin yaygın, örgütlü gücüne tekrar ulaşamamış, etkisiz kalmıştır. 1970’li yıllarda CHP’yi sola çekmiş olan “mıknatıs” etkisini de yitirmiştir.  

Son yarım yüzyıla alternatif bakış, önceki analizin sonucunu reddetmez; ama ara-aşamalarına dikkat çekerek bu dönüşümün kaçınılmaz olup olmadığını da sorgular.  İslamcı faşizm ile barışık olmayan demokratik ve Cumhuriyetçi güçlerin kaçınılmaz olmayan hatalarını vurgular. Bu bakış, elbette geçmişi değiştiremez; ama ilerisi için dersler içerebilir.  

Burada tarihçe yapamayız. Tek bir soru ile yetinelim: Siyasal İslam, demokratik bir cephede yer almalı mı? Liberaller “evet” diye yanıtlayarak AKP iktidarını peşinen desteklemişti. Keşke AKP döneminin öncesine yoğunlaşarak Türkiye pratiği içinde sorgulasalardı... 12 Mart darbesini izleyen ilk genel seçim sonrasını örnek alalım. “Demokratik sol CHP” birinci parti olur; Ocak 1974’te Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP koalisyonu kurulur. Koalisyon sol çevrelerde de 12 Mart faşizminin enkazını temizleme fırsatı olarak görülmektedir.  

Koalisyon, demokratikleşme adımı olarak 12 Mart döneminin siyasî hükümlülerini, sanıklarını kapsayan bir af yasasında anlaştı: Komünizme karşı TCK’nın 141-142’nci, şeriatçı eylemlere karşı 163’ncü maddeleri kapsanacaktı. Af tasarısı TBMM’nin gündemine 15 Mayıs 1974’te geldi. Siyasal    İslam’ın o tarihlerdeki temsilcisi MSP bu demokratik uzlaşmaya ihanet etti. Önce TCK madde 163’ü kapsayan af oylandı; kabul edildi. Sıra TCK 141-142’ye gelince “uygun sayıda” MSP milletvekili oturumu terk etti. Af, sosyalistleri, devrimcileri dışlayarak yasalaştı.  AYM iki ay sonra bu yanlışlığı düzeltecek; solcu hükümlü ve sanıkların da tahliyelerini, aflarını mümkün kılacaktı. Aralarında Mülkiye’den dekanımız, dostum rahmetli Mümtaz Soysal da yer alıyordu.  

MSP-CHP koalisyonu bu nedenle dağıldı. MSP Milliyetçi Cephe hükümetine katıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez iktidara ortak olan siyasal İslam, demokratik bir ittifakın öğesi olamayacağını Mart 1974’te ortaya koymuştu.  

• Peki sizce hem içinde bulunduğumuz rejimi hem de bir asır önceki Cumhuriyet’i aşabilecek bir yeniden kuruluş nasıl mümkün, ne yapmalı? 

“Yeniden Kuruluş”un kitle tabanı on yıl önce, Haziran Gezi kalkışması ile kendiliğinden ortaya çıktı. Katılanlar ortak simge olarak Mustafa Kemal’in kalpaklı portrelerini seçtiler. Cumhuriyetçi, kamucu aynı zamanda sosyalist sloganları benimsediler; komünist bölüşüm ilkelerini de uyguladılar. İşçi sınıfının nitelikli kesimlerinden, mensuplarından, geleceğin işçileri olan öğrencilerden oluşmaktaydı. Liderlik, öncü örgüt yoktu; aranmaktaydı. Sosyalistler altı yıl önceki Cumhuriyet mitinglerinden uzak durmuşlardı. Gezi kalkışmasında liberal yanılgılara son verdiler; katıldılar ama kalkışmayı siyasete taşıyamadılar.  

Gezi’yi siyasete, öncelikle bir yıl sonraki yerel seçimlere etkili boyutlarda taşımanın doğal adayı, CHP’ydi. Parti yönetimi itinayla uzak durdu.  Sonrasında, örneğin 2019 İstanbul seçimlerinin kazanılmasında; hatta Mayıs 2023’te Altılı Masa miting meydanlarının liderleri fazlasıyla aşan coşkusunda Gezi’nin izleri, katkıları hâlâ var. Saray iktidarına karşı çıkan 48 milyon seçmenin önemli kesimleri on yıl önceki Gezi kitlesinin bugünkü türevleridir.   

Yeniden inşa ve kuruluş, bugünkü Türkiye koşullarında sosyalist örgüt, partilerden kaynaklanacaktır. Onlar İslamcı faşizmin niteliğine ve neoliberalizmin ürünü olan sermayenin tahakkümüne doğru teşhis koyanlardır. Ama bu ağır tarihsel sorumluluğu hak etmeleri gerekecektir. İslamcıların emekçi sınıflar üzerindeki ideolojik tahakkümüne son vermeyi, işyerlerinde, mahallelerde örgütlenerek başarmaları gerekecektir.  

Elli yıl önceki devrimciliğin, yüz yıl önceki Millî Mücadele’nin mirasını, deneyimlerini, sloganlarını, türkü ve marşlarını hatırlamak, canlandırmak zamanıdır. Başarılmalıdır.