ÖNDER KULAK – Dr., Felsefe Ülkede ne zaman bir dış savaş olasılığı belirse, bir kesimde süregelen “başka toprakları fethetme arzusu”nun harlandığı görülür. Bir savaş halinde, ülkeye katılması umulan şehirlerden iştahla bahsedilir. Hem meşruiyet anlatıları bile hazırdır. Bunlar, imparatorluk zamanlarına atfen topraklar üstünde hak iddia etmekten, söz konusu topraklarda yaşayan belirli azınlıklara ilişkin kurgusal çağrılara kadar […]

Yine, yeniden kabaran fethetme arzusu

ÖNDER KULAK – Dr., Felsefe

Ülkede ne zaman bir dış savaş olasılığı belirse, bir kesimde süregelen “başka toprakları fethetme arzusu”nun harlandığı görülür. Bir savaş halinde, ülkeye katılması umulan şehirlerden iştahla bahsedilir. Hem meşruiyet anlatıları bile hazırdır. Bunlar, imparatorluk zamanlarına atfen topraklar üstünde hak iddia etmekten, söz konusu topraklarda yaşayan belirli azınlıklara ilişkin kurgusal çağrılara kadar uzanır. Sürekli imparatorluk zamanlarına gönderme yapan bu arzunun arkasında nasıl bir düşünme biçimi olduğu, dikkate değer bir tartışma konusu olarak alınabilir.

İmparatorluk zamanlarında, egemen sınıfların yeni toprakların ilhakıyla beraber giriştikleri ganimet paylaşımları sürerken, ülkenin üst ara sınıfları da kendilerine bir pay verilmesini beklerlerdi. Bu payın birçok farklı biçim altında kendilerine sağlandığı tespit edilebilir. Örneğin bahsedilen kesimler için kimi ortak kullanım alanlarının yapımına belirli meblağlar ayrılması, ilhakla beraber ulaşılan toprak, kaynak ve mevcut hazır metanın bu kesimin yararına dolaşıma açılması, toprak ya da değişim araçlarıyla doğrudan pay tanınması ve bazı hibelerde bulunulması sık rastlanan biçimler arasındaydı. Peki ya toplumun geri kalanına vaat edilenler?

Geri kalanlar, eşdeyişle doğrudan emeğine dayanan sınıflar, sözgelimi reaya, rençper ve alt ara sınıflar için vaat edilenler ise, ilhakı kutlama törenlerine katılma olanağı verilmesi, sömürü oranlarının ve vergi miktarlarının görece düşük tutulması koşulunun sağlanması ve elbette refah, huzur ve mutluluk hayalleridir. Başka bir deyişle, akan kan, dökülen gözyaşı ve çekilen yoksunluğun bedeli olarak, onlara daha az sömürü ve daha fazla hayal kurma sözü verilmekteydi. Bu sözlerden ilkinin hiçbir zaman tutulmadığı ve tutulmayacağı aşikardı. Zira saray harcamaları ve yeni savaşlar için sürekli artan ölçüde kaynak gerekmekteydi ve kuşkusuz ana kaynak emek sömürüsüydü – ilhaklar yoluyla gücüne güç katan egemen sınıfların o günlerde, verilen sözün aksine, sömürü oranını arttırmada duraksaması pek olası değildi.

Bugünle ilişki kurmak

Bugüne bakıldığında, bir burjuva ilhakı vuku bulurken, hem mevcudiyet hem de olanak bakımından feodal ilhaktan farklı, bambaşka bir içeriğin ortaya çıktığı ifade edilebilir. Hatta, toplumsal, tarihsel bağlamın ayırıcılığı bir yana, kimi biçimsel benzerlikler kurmak dahi öyle pek kolay değildir. Yine de ganimetin paylaşılması noktasında kimi aşinalıklar olduğu düşünülebilir. Bunlar, imparatorluğa öykünmeye ilişkin olarak, ideolojik tahakkümü destekleyen maddi zeminin biçimsel de olsa bir parçasını oluştururlar.

Şimdilerde bir imparatorluktan değil, olsa olsa, -geçici, kalıcı- ilhak tehdidi savuran ama kararı ve sonuçları kendisine dayanmayan, deyim yerindeyse “imparatorluklar”ın sarf edecekleri sözcüklere bağlı şekilde hareket etmek zorunda olan bir failden bahsedilebilir. Bu durumda eğer edinilmesi beklenen bir ganimet var ise, bunun ilk paydaşı “imparatorluklar” ve ancak sonrasında bağımlılık ilişkisine sahip olan egemen sınıftır.

Diğer yandan, konu ganimet paylaşımı olduğunda, üst ara sınıflar (bilhassa merkezi iktidara yakın olanları) bir adım öne çıkarlar. Derken, geçmiş örnekleri andırır biçimde, egemen sınıfa bir pay beklediklerini anımsatırlar. İlhak olasılıkları gündemde işlenirken, egemen sınıfa en büyük destek işte bu kesimden gelir. Bu kesim nezdinde, ağır silahlar eşliğinde başka halklara ait topraklara giren asker görüntülerine olan düşkünlüğün ve tüm o sözlü, yazılı ama her daim ayrıntılı savaş çığlığının arkasında, çeşitli ödeneklerin, ihalelerin, pazar alanlarının ve ticari imkanların kendilerine verilmesi arzusu bulunur. Başka bir deyişle, onlar açısından fetih arzusunun karşılığı, dün olduğu gibi bugün de ganimetten koparılmak istenen birtakım küçük parçalardır.

Halka gelindiğinde ise, vaat edilen, yine ideolojik tahakkümün çeşitli sözcük dizilimleri ve daha az sömürü, daha iyi yaşam sözüdür. Buna karşılık halktan istenen, savaşın tüm ağır yükünü ve sonuçlarını sırtlaması, zamanı geldiğinde bir başka halkı karşısına almasıdır. Peki kimdir karşısındaki? Bir başka kara parçasında, aynı göğün altında ancak bir başka dil konuşan, yine büyük kesimini doğrudan emeğine dayanan sınıfın, işçilerin oluşturduğu, evinin geçimi için binbir çile çeken, üstüne bir de işgal korkusu yaşayan komşu bir halk. Başka bir deyişle, farkında olsun, olmasın, aynı dili konuştuğu burjuvayla değil, onunla bir olan kaderinin ortağıdır.

Savaş tamtamları çalarken

Burjuvazinin ideolojik tahakküm marifetiyle, zihinlerde ördüğü, işlediği fethetme arzusunu, salt kimlik merkezli bir bakış açısıyla alt etme koşulu yoktur. Kaldı ki egemen sınıf da çoğunlukla, kimliğe dayalı karşıtlıklar üzerinden esas niyetini, ilhakın sınıfsal karakterini gizlemektedir. Burada salt kimliğe dayalı karşıtlıkların beslenmesi, özellikle üst ara sınıfların ideolojik ve fiili baskısı için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Böylece söz konusu kesim, değinilen ganimetten pay kapma motivasyonuyla, “kraldan çok daha kralcı” biçimde saldırganlaşarak, ticaret ve üretim alanlarından gündelik yaşama, basın ve bir siyasal mecra olarak sokağa kadar harekete geçmekte, yanılsama örüntülerine eklemlenmiş kalabalıkların mobilize olması için çaba harcamakta ve egemen sınıfa kendisini hatırlatmaktadır.

Bu süreç, ancak sınıf siyasetini merkeze alan bir bakış açısıyla boşa çıkartılabilir. Altı çizilen bakış açısı dahilinde, birbiriyle ilişkili iki boyuta sahip bir savunu önerilebilir.

Birincisi, söz konusu savaşın halklar yararına yanılsamalar ve ona eşlik eden daha fazla yoksunluk halleri dışında bir şey getirmediğinin teşhiri; diğeri de savaşın ilhak konusu yapılan topraklardaki halklara yıkım getireceği, oysa her karış toprağın üstünde üreten ve yaşayan halklara ait olduğu, o toprak üstündeki yegane kararın da sadece onlara ait olduğu fikridir.

Bu savununun ilhakın konu edildiği toprakların halkları arasında yaygınlaştırılması, hayatidir. Öyle ki ortaya koyulan çaba, kader birliği olan tüm komşu halkları etkileyecek ve tarihin seyrinde etkili olacaktır.