Yoksulluğu, ister günde kaç doların altında kazandığımız gibi doğrudan gelirle ya da yeterli gıda, insani barınma ve hijyen şartlarına erişim gibi daha gelişkin parametrelerle ‘ölçelim’; yoksulluk ölçülebilir, sayılabilir, hesaplanabilir bir durum olarak ele alındıkça ‘mücadele’ de başarısız olmaktadır ve olacaktır.

‘Yoksullukla mücadele’ mi? Kalkınma mücadelesi mi?

PINAR KAHYA AYDIN

Yoksulluk özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte mücadele edilmesi gereken bir ‘statüsel’ durum olarak Dünya Bankası başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların gündeminde hayli yer aldı. Statüsel durumdan kastım, yoksulluğun içine düşülen ve içinden çıkılan bir durum olarak tarif edilmesidir. Milyonlarca insanın yoksulluktan çıkışı ya da yoksulluğa düşüşü, süreklileşmiş bir azalış trendi olduğu yönünde aksini düşünmemizi isteyen ‘iyimser’ raporlara rağmen tahterevalliyi andırıyor. Bir taraftan merkez kapitalizmin orta sınıfları yoksullaşıyor denilirken, başka bir taraftan da Çin’de dünün kırsal yoksulları, orta sınıflaşıyor anlatısına aynı anda rastlanılıyor.

Tahterevallinin yukarısı da aşağısı da hangi toplumsal öbeğin ya da hangi coğrafyanın seçildiği belirleniminde aslında epey karmaşıktır. Peki, bunca yoksulluğu azaltma/önleme programları, mikro krediler, hibe ve destekler, sosyal yardımlar, kaynak aktarımı, çevre ülkeler için dünya pazarına eklemlenme derken yoksulluk azalmamış mıdır? Bu ‘mücadele’ başarısız mı olmuştur? Bu soruyu, başarısız olmaya mahkûmdur, olarak yanıtlamak gerekiyor. Yoksulluğu ister günde kaç doların altında kazandığımız gibi doğrudan gelirle ya da yeterli gıda, insani barınma ve hijyen şartlarına erişim gibi daha gelişkin parametrelerle ‘ölçelim’; yoksulluk ölçülebilir, sayılabilir, hesaplanabilir bir durum olarak ele alındıkça, “mücadele” de başarısız oluyor ve olacaktır.

Yoksulluk karşıtı uzlaşı

Makro-iktisadi süreçlerden, siyasal mücadelelerden, devlet-toplum ilişkilerinin form ve içeriğinden bağımsız bir şekilde yalnızca yoksul bireylerin en temel insani ihtiyaçlara erişimini sağlama ya da yine yoksul bireyleri belli bir gelir grubuna sıçratmak temelli mücadele stratejileri, yoksulluğu bireysel bir başarısızlık olarak en iyi ihtimalle de bir talihsizlik olarak görüyor. Yoksul ailede doğan talihsizlere bahtlarını tersine çevirecek sihirli değnek uzatma girişimi olarak özetlenebilecek yoksulla mücadele stratejileri, kapitalist disipline zorlayan bir mekanizma olarak yoksulların sırtlarındaki sopaya dönüşüyor. Dolayısıyla, yoksulluğun ortadan kaldırılması için eşitsizliğin toplumsal kaynaklarına bakmak gerekiyor. Orijinali, ‘The Struggle for Development’ adıyla 2017’de Polity Press’ten çıkan Sussex Üniversitesi’nden Benjamin Selwyn’in çalışması, Heretik Yayıncılık tarafından yakınlarda (2021, Eylül) ‘Kalkınma Mücadelesi’ adıyla Türkçe’ye çevrildi. Yoksullukla mücadeleyi yukarıda değinilen sınırlı çerçevenin dışından tartışmak noktasında oldukça önemli bir katkı sunan Selwyn, devletlerden, uluslararası örgütlere ve STK’lara Yoksulluk Karşıtı Uzlaşı olarak adlandırdığı konsensüsün, ekonomik büyüme ile yoksulluğun azalması arasında pozitif bir korelasyon kurmasına karşı çıkıyor ve bölüşüme değil büyümeye odaklanan bu yaklaşımın, eşitsizliği görmezden geldiğini belirtiyor.
Selwyn kitabında, günlük 1 ABD dolarına karşılık gelen yoksulluk ölçütünün, tüketim düzeyi, çalışma saati, iş türü gibi parametreleri dikkate almadığı ölçüde yoksulluğa dair ‘pek bir şey söylemediğini’ ifade ediyor. Selwy’nin en önemli katkısı ise Yoksulluk Karşıtı Uzlaşı’nın özellikle Asya ülkelerinin küresel değer zincirlerine katılmasıyla yoksulluğun azaldığı argümanını, tekstil, gıda ve yüksek teknoloji endüstrilerinde işçi sınıfının yaşam koşulları, ücretleri ve toplumsal olarak belirlenen yeniden üretim maliyetleri üzerinden ampirik olarak çürütmesidir. Araştırmada, istihdamın yoksulluğu yok etmediği, yeni biçimlerde yoksulluk yarattığı aktarılıyor. Yoksullaştıran büyüme dinamiği olarak adlandırılan süreç, Türkiyeli okuyucular için oldukça tanıdıktır. Selwyn de sadece ücretleri ile yaşayamayan işçiler örneğini Türkiye’den veriyor. Yasal asgari ücret, yoksulluğu azaltmak bir yana pekiştiriyor. Küresel değer zincirlerinde işçiler için geçimlik ücretlerin altında ücretlerle çalıştırılma söz konusudur, dolayısıyla Selwyn, bu üretim şemasını küresel yoksulluk zincirleri olarak adlandırıyor.
Emek öncülüğünde kalkınma
Selwyn ayrıca kitabında, Sermaye Merkezli Kalkınma olarak adlandırdığı yaklaşımlar bütününü de derinlemesine eleştiriyor. Bu yaklaşımların, ister devlet müdahalesi ister uluslararası örgütlerin müdahalesi ile olsun yoksulların öznelliğini reddeden, aslında yoksulları siyasetin dışına iten yaklaşımlar olduğunu ifade ediyor. Yoksulluğu ideolojik olarak meşrulaştıran bu yaklaşımlar yerine emek öncülüğünde kalkınma yaklaşımını öneriyor. Yoksulların kalkınmanın aktif birer öznesi olduğu bu yaklaşıma Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerden güncel örnekler veren Selwyn böylesi mücadeleler bütününün sömürünün ötesinde bir demokratik kalkınma hamlesi olduğunu ifade ediyor. Selwyn’nin demokratik kalkınma için on maddelik planı üzerine ise düşünmeye ve tartışmaya değer:

Bankalar ve paranın demokratik kontrolü
Evrensel temel gelir
Sanayide yeşil dönüşüm
Tarım reformu
Çevre ve doğanın korunması
Barışçıl dış politika
Uluslararası iktisadi işbirliği ve dayanışma
İşin paylaşılması ve çalışma sürelerinin azaltılması
Cinsiyet, ırk ve etnisite ayrımcılığının ortadan kaldırılması
Kültürün demokratikleştirilmesi
Selwyn’nin önerilerini küresel bir demokratik kalkınma reçetesi olarak tartışadururken, tekil ulus devletler ve siyasal ve demokratik mücadeleler söz konusu olduğunda, sermaye birikim stratejisi, bu strateji etrafında şekillenen iktidar bloku ve bu blokun toplumun geri kalanı ile arasındaki ilişkiler ile -ille de adına böyle diyeceksek- ‘yoksullukla mücadeleyi’ tartışmak gerekiyor.
Kriz dönemlerinde deyim yerindeyse hortlayan ‘yoksula bakma’, ‘yoksulu görme’ eğiliminin Türkiye şartlarında mevcudiyeti, yazıdaki uyarıyı yapmayı elzem kılmıştır. 2001 Krizi sonrası yayımlanan Necmi Erdoğan editörlüğündeki ‘Yoksulluk Halleri’ önemlice bir olgunun altını çizmişti; kriz öncesinde ve kriz geçtiğinde de yoksul olanların varlığı. İşte yoksullukla mücadele değil de yine -illa adına böyle diyeceksek - kalkınma mücadelesi üzerine düşünmek, konjonktürel arayış ve çözümlerin ötesine geçmenin ilk adımıdır.