19 Mart'ta Mersin'de iki çocuğun bayrağa yaptıkları saygısızlıkla baş gösteren ve daha sonra Trabzon'a sirayet eden olaylar yavaş yavaş soğumaya başlayınca, henüz banyodan çıkmamış resmin arabı da usul usul netlik kazanmaya başladı.

19 Mart'ta Mersin'de iki çocuğun bayrağa yaptıkları saygısızlıkla baş gösteren ve daha sonra Trabzon'a sirayet eden olaylar yavaş yavaş soğumaya başlayınca, henüz banyodan çıkmamış resmin arabı da usul usul netlik kazanmaya başladı.

Önce Genelkurmay, sert bir bildiriyle hadiseyi kınadı, "sözde vatandaşlara" ince bir ayar verdi, arkasından gazeteler tam sayfalarını bayraklara ayırdı, ulusal televizyon kanallarının hemen hemen tümü RTÜK Başkanının emriyle, karı koca arayan, kurtlarla dolu ekranlarının sağ köşelerine ay yıldızlı bayrağı kondurdu, evlere bayraklar asıldı, bayrağa saygı yürüyüşleri yapıldı, mütefekkirler televizyonlara çıkıp hadiseyi yorumladı, it izi ile at izi birbirine karıştı, faşistler köşelerinde "artık Türklerle Kürtler kardeş değildir, Türk Türk'tür, Kürt Kürt'tür" (bunu bir Kürt yazsaydı, 'sözde vatandaşlığı' bile elinden alınırdı) yollu makaleler döşedi, bayrağını, vatanını, istiklal marşını çok seven halkımız dolduruşa getirildikçe getirildi, ilk defa yaptığı şeyin doğruluğuna inandırılan (AKP'ye oy verirken salaktı, MHP'yi iktidara getirirken bilinçsizdi, Sivas'ta 37 aydını yakarken vahşiydi, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da katliam yaparken faşistti) halkımız, "bu memleketin aydınları memleketi satıyor, hukuk da bir şeye benzemiyor zaten, en iyisi inisiyatifi ele almak" diyerek vatan imdadına koştu. Başta inisiyatifi kaybeden hükümet "linç girişiminde" bulunanların yanında yer aldı. Hep bir ağızdan halkımızın vahim olaylar karşısında ne kadar sağduyulu olduğu haykırıldı. Sonra sonra olayın vahameti anlaşılınca, hepsinin üstüne 200 aydının imzaladığı bildiri de gelince, resmi makamlar ağız değiştirdi. Başbakan gelişmeleri "tasvip" etmediklerini, Cumhurbaşkanı "kaygılı" olduğunu söyledi, Genelkurmay "sükuneti" telkin etmeye başladı. MHP Genel başkanı Bahçeli ise, kimseye "hukuku kendin uygula" emrini vermediklerini söyledi.

***

Geriye bir tek CHP, Cumhuriyet gazetesi, nasyonal sosyalistlerle ile faşistler kaldı! Onlar kalenin burçlarını terk etmemeye azimliydi. Kırk yılda bir fırsatı ele geçirmişlerdi. Halkımız top yekun ilk defa vatanın imdadına koşmuş, emperyalizmi ülkemizden kovmaya ahdetmiş, AB'ye gününü göstermeye, demokrasiyi çiğnemeye hazır, Kürtlere haddini bildirmek üzereydi. Bütün bu linç girişimleri, bütün bu bayraklı galeyan, bütün bu kan kokan kalkışma onlara göre "halkın kendiliğinden eylemleri"ydi. Çünkü iktidarda İslamcı bir parti vardı. Sandıkta baş edemedikleri partiyle, gayri meşru yollarla baş etmeye azimliydiler. Bu iş için "galeyana" gelmiş olan işsizleri örgütleyerek bu iktidara ve "demokrasi isteyenlere" ve AB taraftarlarına haddini bildireceklerdi. Çünkü onlara göre demokrasi, sadece kendilerinin kafasının içinden geçen, onların uygun gördüğü yönetim şekliydi. Bu arada faşistlerin safına mı düşmüşler, Sivas'ta 37 aydını yakanlarla kol kola mı girmişler, Maraş'ta katliam yapanlarla aynı yolun yoldaşı mı olmuşlar, hiç önemli değildi; zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bütün ülkenin yurtseverleri birleşmişti ya, önemli olan buydu! Yurtsever Cephe şimdi iktidara yürüyor! Deniz Baykal'ın komutasında, İlhan Selçuk'un yol göstericiliğinde, Doğu Perinçek'in seraskerliğinde, Ümit Özdağ'ın teorisiyenliğinde, Mümtaz Soysal'ın rehberliğinde, TKP'nin mücadele geleneğiyle, faşistlerin kamalarıyla, "devrimcilerin" yumruklarıyla, özgür bir geleceğe, "güzel günler görmek ezere, motorları maviliklere sürmek üzere" yürüyorlar, "akın var iktidara akın, iktidara geleceğiz, iktidar günü yakın" marşlarıyla yürüyorlar! Ah Ziverbey Köşkü, ah akrostiş dolu ifadeler, ah Mamaklar, Metrisler, Sansaryan Hanı ah! Ah Behice Boran, M. Ali Aybar, Ah Şair Baba, Barış Derneği davası, ah Deniz Gezmişler, ah! Sosyalistliğin adı "ulusalcılık" olmuş, demokrasi istemiyorlar bu memlekette, haberiniz var mı?