Recep Tayyip Erdoğan üç gün boyunca İstanbul’da ağırlayacağı İİT üyesi ülkeleri “aynaya bakacak yüzleri yok” diye eleştirmişti. İslam dünyası için ne işe yaradığı bilinmeyen “yüzsüzler” zirvede yine havanda su dövecek

13. İslam Zirvesi Toplantısı önceki gün İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin Devlet ya da Hükümet Başkanlarının katılımıyla İstanbul’da başladı. Her üç yılda bir toplanan zirvede İslam dünyasını ilgilendiren konular üzerinde duruluyor, kararlar alınıyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başkanlığını yaptığı dönemde Mısır’da İslamcı Muhammed Mursi’yi deviren darbecilere karşı tavır almadığı gerekçesiyle “aynaya bakacak yüzleri yok” diyerek eleştirdiği İİT üyesi İslam ülkelerinin temsilcileri 15 Nisan’a kadar İstanbul’da ağırlanacak.

İslam Zirvesi, İİT’nin, Genel Sekreterlik ve Dışişleri Bakanları Konseyi ile birlikte temel kurumlarından biri. Bu özelliğinden ötürü de teşkilatın en yüksek karar alma organı sayılıyor. Yani zirvede alınan kararlar örgütün tüm politikasını belirliyor.

Varlığı da yokluğu da bir
yuzsuzler-in-islam-zirvesi-istanbul-da-127612-1.

İİT, bugün ne kadar çok parlatılmaya çalışılırsa çalışılsın son derece etkisiz, uluslararası alanda, - BM’den sonra en çok üyesi olan bir kuruluş da olsa- önemsenmeyen bir örgüt. Başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere batılı birçok kurum, son zamanlarda İslamcı şiddet, Arap Baharı, Afganistan, Filistin, Suriye gibi krizler nedeniyle örgütle biraz daha sıkı ilişkiler kurdu ama bu genel olarak etkisiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu, örgüte üye ülkelerin niteliğiyle de doğrudan ilgili. Örgüt içinde yer alan ülkelerin birçoğunun demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yok çünkü. Bu İİT’nin çalışma tarzını da, söylemini de belirleyen bir etken. Örgütün söylemlerinin hukuki olmasından çok dini olmasının bir nedeni de bu.

Gündemi dini konular aslında. Kuruluşu da zaten İslam’ın kutsalına yapılan bir saldırıyla ilgili. Kudüs’deki Mescid-i Aksa’nın 22 Ağustos 1969’da bir Yahudi eylemci tarafından (kimileri Hıristiyan olduğunu da ileri sürüyor) kundaklanması sonucu Suudi Arabistan ile Fas’ın çağrısıyla Rabat’ta yine İslam Zirvesi adı altında gerçekleştirilen toplanı sonunda doğdu İİT. Kurulduğunda İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) olan adı 2010 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na dönüştü.

İslam ülkelerinin hükümetler arası ilk örgütü olması açısından önemli tabii. Türkiye çok uzun süre, 1976’da kuruluş koşullarını imzalamış da olsa, uzak durdu örgüte. Dönemin Türkiye parlamentosu örgüte katılıma onay vermedi. AKP iktidarıyla birlikte daha çok yakınlaşılan örgütün genel sekreterliğine, 2004 yılında, yani henüz üye bile olmayan Türkiye’den Ekmeleddin İhsanoğlu seçildi. Toplantılarında yer alsa da ancak 2008 yılında tam üye oldu Türkiye.

Suudi’nin derdi başkaydı

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) kuruluşunda İslam dünyasındaki sorunların etkisi elbette var ama örgütün iki kurucusundan biri olan, mali açıdan da en büyük destekçisi sayılan Suudi Arabistan’ın örgütün kurulmasına öncülük etmesinin gerçek nedeni, o dönem Arap dünyasında anti Amerikan, antiemperyalist bir öz taşıyan Arap Milliyetçiliği’nin önüne set çekmekti. Soğuk Savaş koşullarında, ABD ile emperyalizmden yana saf tutmuş gerici Arap rejimleri için Arap Milliyetçiliği büyük tehlikeydi.

Kurulmasıyla “ümmet”in sorunlarına çözüm bulması hedeflenen İİT, bunu asla başaramadı. İmkanı da yoktu başarmasının, çünkü örgüte üyelik için “İslam Ülkesi Olmak Yeterli” maddesi var. Asıl tartışma konusu da bu zaten. Çünkü bu ifade yüzünden, neyin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda ciddi görüş ayrılıkları mevcut. “Şeriatla yönetilen bir İslam ülkesi” mi kast ediliyor yoksa “seküler olan bir İslam ülkesi” mi? Bu şu açıdan önemli: Şeriat kastediliyorsa örgütün temel alacağı hukuk da şeri hukuk olmalı. Bu hala çözülememiş bir sorun.

İslamofobi – İTT

İslamcı şiddetin yaygınlaşmasını Müslüman göçmenlere saldırma fırsatına çeviren, bir ırkçılık türü olarak kabul ettiğimiz İslamofobi karşısında ne yaptığı da merak konusu İİT’nin. Bu konuda da o kadar pasif ki, üyesi olan zengin Müslüman ülkelerin batıyla ekonomik ilişkilerini bu konuda bir silah olarak kullanabilecekken bunu da yapamamakta. ABD’deki en büyük yatırımcı yabancı ülke sayılan Suudi Arabistan’dan tabii ki, ABD’deki yatırımlarını çekmesini beklemek saflık olur. “Dini, imanı” para olan palavra Suudi krallığı buna asla yanaşmaz. Örgütün, İslamofobi konusunda yaptığı tek iş, alt kurumlarından biri olan İslamofobi Gözlemevi’nin farklı tarihlerde yayınladığı 5 adet rapor. Hepsi bu. Kaldı ki, İslamofobi’ye ilişkin, sorunun yaşandığı ülkelere yaptığı öneriler de düpedüz ifade özgürlüğünün kısıtlanması anlamını taşıyor. Bu nedenle önerileri etkisiz kalıyor haliyle.

Kuruluş gerekçesi olan, amaçlarına da uyan hiçbir konuda elle tutulur bir başarısı yok bu örgütün. İslamcı cihatçı örgütlere ilişkin bir planı, programı yok. Suriye krizinde bir çözümü yok. Filistin için bir bir girişimi yok. Daha birçok örnek verilebilir. Ama Suudi etkisinde, Suudi çıkarlarına uygun davranmada da üstüne yok. Suriye’de Sünni kalkışmaya ses etmezken, Bahreyn’de Şii isyanına tavır alabildi. Mezhepçi bir tutumu olduğu da sır değil.

Akılda kalabilmiş bir başarısı, Müslümanları ilgilendiren bir konuda herhangi çözüm önerisi var mı? Yok. Asıl çabası ne peki? İslam dünyasının Halifelik Kurumu olmak. Pratikte böyle davrandığının çok örneği var. İslam dünyasının tüm farklılıklarının temsilcisi olamadığı için bu halifelik pozisyonu da sağlam değil.

İstanbul’da üç gün boyunca ne konuşacaklarını, ne kararlar alacaklarını kişisel olarak merak ettiğim yok. Daha önce ne yapamadıysalar, yine onu yapamayacaklar. Erdoğan, “yüzsüzler”in yüzüne karşı bakalım nasıl davranacak? Asıl merak ettiğim bu benim.

yuzsuzler-in-islam-zirvesi-istanbul-da-127611-1.