KARA ŞÖVALYE YÜKSELİYOR
Zengin Weyn ile fakir Beyn


Batman serisi, baştan söyleyeyim, bana hiçbir zaman cazip gelmedi. Zaten süper kahraman filmleriyle, blockbuster’larla genelde aram iyi değildir. Hollywood’un bu işleri, hem çok para kazanmayı hem de propaganda yapmayı hedeflerler. Hemen hemen her zaman böyledir bu. Batman farklı mı?

Nihayetinde değil. İlk iki filmin (Christopher Nolan yönetimindeki ilk iki filmi kastediyorum) konuları hafızamda pek de canlı değil. Batman Başlıyor’da Bruce Wayne’in (Brus Weyn okunur), Batman’e nasıl dönüştüğünü izlemiştik. Yetim kalan bir çocuk olan Wayne, El Kaide’yi hatırlatan ve kesinlikle Arap çağrışımlı bir adı olan bir liderden (Ras El Gul) eğitim almış, El Gul’un, kendi memleketi olan Gotham kentini yok etmeyi planladığını öğrenince de El Gul’un Gölgeler Birliği’ni yok etmiştir. Bruce Wayne, “Kara Şövalye” adlı ikinci bölümün sonunda, halkın, iyi insanlarca yöneltildiğine dair inancını zedelememek için, “kötü” bir yönetici olan Dent’in imajını korumuş, kendisinin yani Batman’in suçlu gibi görünmesine izin vermiştir. Wayne’in çok zengin bir adam olduğunu, şirketlerinin tıpkı Demir Adam adlı diğer Hollywood süper kahramanı gibi silah ürettiğini belirtmek gerek.

Nolan’ın Batman’leri hep bir şekilde bugünlere gönderme yaparlar. İlk bölümde bu 11 Eylül ve El Kaide şeklinde kendisini göstermişti. Nolan’ın Batman’ini diğer benzerlerinden ayıran belki şöyle bir özelliği olduğundan söz etmek mümkün. İyilerin epey bir kötü tarafı, kötülerin de epey bir mazlum tarafı var. Ama sonuç değişmiyor: Sonuçta Batman’in koruduğu insan hayatı ve yozlaşmış yanları da olsa düzendir. Nefretlerinin ya da sistem eleştirilerinin haklı yanları olsa da kötülerin nihai hedefi ise insan hayatını yok etmek ve kaostur. Arkasında durulabilecek bir alternatifleri, önerileri yoktur yani.

Kara Şövalye Yükseliyor’un (KŞY) gönderme yaptığı günümüz Amerikan gerçeği ise Occupy Wall Street hareketleriyle başlayan ve “sömürülen yüzde 99, sömürgen yüzde 1’e karşı” şiarıyla hareket eden oluşumlar. İçinde bulunduğumuz büyük ekonomik kriz, finans sektörüne görece az zarar verdi çünkü sistem tarafından korundu. Ama halk, yani yüzde 99 büyük zarar uğradı.

Bu kez Wayne, kendi kimliğinde bütün kapitalist sınıfı eleştiren bir sevimli ve çekici hırsız kadından azar işitmekle kalmıyor hem de “iktidar halka” diyen örgütlü bir terörist çeteyle uğraşmak zorunda kalıyor. Bu çetenin askeri kolunun başında ise kendisi gibi maske taşıyan ve kendisine çok benzer bir adı olan Bane (Beyn okunur) var. Bane New York borsasını basınca, bir çalışan ona “burada çalınacak para yok ki!” diyor. Bane’in cevabı filmdeki en anlamlı cümle oluyor : “O zaman siz burada ne arıyorsunuz?”

Bane ve ekibi bir süreliğini kenti ele geçirince iyi hiçbir şey yapmıyorlar. Yağma, sonucu baştan belli düzmece duruşmalar ve vahşet şehre egemen oluyor. Bane önderliğindeki yüzde 99 bunu yapmakla yetinmiyor, bütün şehri imha edecek bir nükleer bombayı da harekete geçiriyor.

Bane’in acıklı bir hikayesi var ama ona sempati duymamız yine de mümkün gözükmüyor. Filmin izlemesi en keyif veren karakteri sıfatı konmayan “Kedi Kadın” Selina. Anne Hathaway filmdeki tek sıcak şey. Christian Bale, Bruce Wayne’de her zamanki donuk, Tom Hardy’yi Bane’in maskesi ardında seçmek mümkün değil . Maskeler, Örümcek Adam’dan sonra, yine gücün sembolü olarak karşımıza çıkıyorlar. Filmin başlarında Bruce Wayne ile Selina’nın karşılaşması ve bu karşılaşma sırasında Selina’nın, Wayne’in annesinin kolyesini takıyor oluşu, Wayne’in anne aşkını ne kadar harekete geçiriyor bilemeyeceğim ama Wayne sonuçta galiba abayı yakıyor. Keşke Wayne ve Selina hakkında daha çok şey bilebilseydik. Kasvetli KŞY’yi seyrederken ben sıkıldım, sizi bilmem.

***

POLİS

Çocuklar, tacizcileri ve polisler

Spot: Zengin beyaz Fransızlardan göçmenlerin her türüne kadar çocuklara yapılan tecavüzler, ensest ilişkiler geçit resmi yapıyorlar. Bunlardan ne anlıyoruz? Polise daha fazla yetki verilmeli!

“Polis”, 2011 yılında Cannes’da Altın Palmiye için yarıştı ve Jüri Ödülü’yle mükafatlandırıldı. Doğrusu bu ödüle çok şaşırmıştım. Maiwenn’in (Le Besco) yönettiği filmin orijinal ismi de Polis ama yanlış, çocukça yazılmış bir polis. Yani Police yerine Polisse. Emniyet Teşkilatının Çocuk Koruma Birimi’ni konu alan dolayısıyla çocuklarla ilgili olan filme bu ad verilmiş ama bu adın polisi sevimli göstermek gibi bir sonucu olduğu da söylenebilir rahatlıkla. Zaten sonuçta film de öyle yapıyor. Tabii karşımızdaki polisler gazetecileri tutuklamak, meşru protesto gösterilerini şiddetle bastırmak gibi işlerle uğraşmadıkları için bu durum hoş görülebilir. Filmden geriye kalan ise tacize uğrayan, aşağılanan çocuklardan çok polislerin kendi içlerindeki ilişkileri ve bir nevi aile oluşturmaları öyküsü oluyor.

Yönetmen Maiwenn başrollerden birinde de oynuyor. Melissa adlı bu karakter teşkilatın sözkonusu birimine fotoğrafçı olarak atanıyor. Toplu saçları ve gözlükleriyle başlıyor filme ve sonra filmlerde çokça rastladığımız türden bir sahnede, saçlarını açıp gözlüklerini çıkarıyor ve onun aslında ne kadar çekici bir kadın olduğunu görüyoruz. Modellik de yapmış olan Maiwenn’in kendi kendine bir kıyağı diyelim bu değişim sahnesi için. Film bize değişik polis karakterleri sunarken bir yandan da onların karşılaştıkları vakalara değiniyor. Ama sadece değiniyor.  Bu vakalar kimi zaman acı, acıklı, bazen de komik olarak resmediliyor. Zengin beyaz Fransızlardan göçmenlerin her türüne kadar çocuklara yapılan tecavüzler, ensest ilişkiler geçit resmi yapıyorlar. Bunlardan ne anlıyoruz? Polise daha fazla yetki verilmeli! Romen Çingeneler çocukları fena istismar ediyor,  Araplar kızlarını çocuk yaşta satıyor, politikacılar zenginleri koruyor  vs., vs. Şüphesiz böyle şeyler oluyor ama  filmden daha derin bir bakış beklemek boşuna. Onun derdi daha çok polis teşkilatı içindeki bir tür aile oluşturan bu insanlar ve özelde Fred (rapçi JoeyStarr’ın oynadığı bir polis karakteri) ile Melissa’nın aşkı.

Üniforma içindeki silah taşıyan “güçlü” erkekler bazı kadınlara çok çekici gelir. Bazen tersi de olur.  Erkekler de silahlı kadınlardan hoşlanabilir. Bikinili ve makineli tüfekli bir İsrail kadın polisinin fotoğrafı internette bir sansasyon yaratmıştı. Kadın, fotoğrafı çekilen, bakılandır genelde. Maiwenn kendisine bir fotoğrafçı rolü ve silah olarak da bir fotoğraf makinesi vererek, rolleri tersine çevirmiş. Ama sadece kendi çekiciliğine çekicilik katmak ve “bakılana” dönüşme sürecine heyecan katmak için. Yoksa bu rolleri sorguladığı söylenemez, aksine bu geleneksel rolleri desteklediği söylenebilir.

Murat Tırpan Altyazı’daki eleştirisinde “her dört Fransız’dan birinin, kendi çevresinde bir mağdurun (ensest ilişki mağduru) bulunduğunu söylemesi”, diye yazmış. Konu çok ciddi ve çok yaygın. Bu filminkinden daha derin bir bakış hak ediyor. Bir enteresan not da Roger Ebert’in yazısının sonunda var. Maiwenn Farnsa’nın en güçlü sinemacısı Luc Besson’la 15 yaşındayken tanışmış ve 16 yaşında ondan bir çocuk sahibi olmuş. Ama kendisini bir pedofili mağduru olarak görüyor mu, bilemiyoruz.