AP seçimlerine az bir süre kalırken siyasetçiler, yükselen aşırı sağın çevresine ördükleri güvenlik duvarını kaldırıyor. Emekçi sınıftaki güçlenen direnişi bastırmak isteyen elitlerin aşırı sağcılara ve faşistlere ihtiyacı var.

Avrupa faşizmin esiri mi olacak?
Fotoğraf: AA

Peter SCHWARZ

Martin NOWAK

6-9 Haziran tarihlerinde yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine beş hafta kaldı ve Avrupa Birliği (AB) siyasetçileri, aşırı sağ partilerle işbirliğine hazırlanıyorlar. Muhafazakarlar, Liberaller ve Sosyal Demokratların (ve kısmen Yeşillerin) kurdukları meclis grupları şimdiye kadar önemli kararlar alıyor, kilit pozisyonları kendi aralarında paylaşıyorlardı. Fakat seçimden sonra aşırı sağcıların da hem AP’de hem AB Komisyonu’nda kritik roller alacağını görüyoruz. Aşırı sağcıların etrafına örülmüş “güvenlik duvarı” seçimden sonra yıkılacak, buna artık şüphe yok.

Son günlerde yaşanan iki hadise tüm şüpheleri ortadan kaldırdı. Avrupa’nın aşırı sağcıları Macaristan Başbakanı Viktor Orban ev sahipliğinde Budapeşte’de bir araya geldiler. Pazartesi günü konuşan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri (ECR) isimli grupta yer alan partilerle işbirliği yapabileceklerini söyledi. Bu grubun içinde İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi, İspanya’dan Vox partisi, Polonya’dan Hukuk ve Adalet (PiS) ve İsveç Demokratları gibi partiler yer alıyor.

5 KITADAN 3 BİN SAĞCI

Muhafazakar Siyasi Faaliyet Komitesi (CPAC) Macaristan Temsilciliği tarafından düzenlenen konferansa beş kıtadan üç bin insan katıldı. Vox partisi lideri Santiago Abascal da oradaydı, Hollandalı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders da. AB sınır koruma ajansı Frontex’in eski başkanı da katılım gösterdi, Fransız aşırı sağcı Marine le Pen’in partisinin Avrupa seçimleri adayı da.

Katılımcılar arasında iki iktidar mensubu vardı: Viktor Orban ve Gürcistan Başbakanı İrakli Kobakhidze. Üç “eski başkanın” katılımı da gözlerden kaçmadı. Polonyalı Mateusz Morawiecky, Slovenyalı Janez Janša ve Avustralyalı Tony Abbot. İsrail’den iki temsilci, diaspora işlerinden sorumlu Amichai Chikli ve İstihbarat Bakanı Gila Gamliel. Filistinlilere yönelik soykırımı sürdüren Binyamin Netanyahu, bu politikasını sürdürmek için aralarında Yahudi düşmanları kol gezen sağcı partilerin koşulsuz desteğine şimdilik güvenebilir.

CPAC konferansında başlıca söylemler, “Tanrı, aile, ana vatan” güzellemeleri ile bilim ve kürtaj karşıtlığı, LGBTQ düşmanlığı, liberalizm ve komünizm karşıtlığı gibi konulardan oluşan bir çorbaydı ve katılımcılar kendilerini  “kaotik zamanlarda” yükselen “düzenin sesi” olarak tanımlıyordu.

Viktor Orban yaptığı açılış konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Liberal hegemonya, dünyayı daha kötü bir yer haline getirdi. Savaşlar çıkardı. Barış olan yere, kaos getirdi. Uluslarımızı, ülkelerimizi ve ailelerimizi yeryüzünden silmeye çalıştı.”

Sözlerini sürdürürken “egemen dünya düzeninin” yükselişinden söz etti ve bu yeni düzende devletlerin hareketlerini “ulusal çıkarların” belirleyeceğinden söz etti.

“Neyin doğru olduğunu, neye ihtiyacımız olduğunu STK’ler, şirketler, medya merkezleri, şaibeli uzmanlar ve tekinsiz akademisyenler söylemeyecek. Halkın seçtiği temsilciler ve siyasetçiler söyleyecek” dedi.

Konferansın hemen ertesi günü basına konuşan Ursula von der Leyen, aşırı sağ ile işbirliği yapabileceğini söyledi. Maastrict’te yapılan bir tartışmada, “ECR ile işbirliği yapmaktan yine imtina edecek misiniz?” sorusuna net bir yanıt vermekten kaçındı ve şöyle dedi: “Bu durum Parlamento yapısına ve kimin hangi grupta olduğuna göre değişir” dedi.

Muhafazakar Avrupa Halk Partisi (EPP) ile tekrar aday olan Von der Leyen, aşırı sağcıların oyuna talip. Sağcıların politika alanında çeşitli tavizler ve AB yönetiminde kritik pozisyonlar talep ettikleri de tabii biliniyor.

DURDURULABİLİR Mİ?

Aşırı sağın yükselişinin tek sorumlusu, mevcut AB politikalarını belirleyen partiler. Aşırı sağcıların yükselişinin “sola” yani yeşillere, sosyal demokratlara oy vererek durdurulabileceğini düşünmek yanılgıya düşmek olur. Gerçekler tam aksini söylüyor. Aşırı sağ ile mücadele seçim aritmetiği ile ilgili değil, sınıfsal dinamikler ile ilgili bir konu.

Üçüncü Dünya Savaşı ve nükleer savaş riski hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Kazanç, hammadde ve piyasa erişimi hırslarının peşinden giden AB ülkeleri, bir kez daha en kötü insanlık suçlarını işlemeye teşneler. Ukrayna Savaşı’na toplam 172 milyar avroluk destek vererek toplam destek miktarı açısından ABD’yi dahi geride bıraktılar. Gazze’deki korkunç soykırıma destek veriyolar ve ABD ile işbirliği yaparak Çin’in çevresini ordular ile kuşatıyorlar.

Savaşın ve militarist politikaların faturasını ise emekçi sınıfına ve genç kuşaklara kesiyorlar. Milyarderlerin serveti artıyor, maaşlar ve sosyal haklar düşüşe geçiyor. Yüz binlerce insan işsiz kalıyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerine ayrılan bütçeler azalıyor. Covid-19 ve benzeri salgınlara ayrılan tüm bütçeler kazanç uğruna feda edildi. Doğayı yok etmeye de son hız devam ediyoruz. 

Milyonlarca emekçi, çiftçi ve genç grev yapıyor; Gazze’deki soykırıma, akaryakıt zamlarına, düşen alım gücüne karşı eylemler düzenliyor. Fakat işçilerin mücadelesi sendikalar ve iktidara boyun eğen sözde solcu gruplar tarafından sulandırılıyor.

Budapeşte’de 3 binden fazla aşırı sağcıyı bir araya getiren konferansa, ABD’de başkan olma ihtimali her geçen gün artan Donald Trump video konferans yoluyla katıldı. 
(Fotoğraf: MTİ)

SAĞA ‘İHTİYAÇLARI’ VAR

Güçlenen direnişi bastırmak isteyen iktidar elitlerinin, aşırı sağcılara ve faşistlere ihtiyacı var. İnsanları öfke ve çaresizliğin pençesine atan siyasi iklimler yaratılıyor ve bu iklimin içinde faşizmin yeşermesi adeta bilinçli olarak arzulanıyor. Sonrasında ise aşırı sağcılarla ittifak kurmak ve birlikte iş tutulması planlanıyor. Gazze eylemlerinin bastırılması ve mültecilere yönelik baskıcı politikalar bunun en somut kanıtı oldu. Bu gelişmeler, işçi sınıfının tamamını baskılayacak polis devleti rejimine geçilmesini mümkün kılıyor.

Komisyon Başkanı Von der Leyen, ECR Başkanı Giorgia Meloni ile uzun süredir yakın çalışıyor. Meloni ile birlikte Tunus’u ziyaret ettiler ve otoriter lider Kays Said’e mültecileri ülkesinde tutması için çeşitli rüşvetler teklif ettiler. Von der Leyen Avrupa’nın sığınmacı yasasını sıkılaştırdı ve bunu yaparken kendi cephesindeki muhalif sesleri bastırmak için Meloni’nin desteğinden yararlandı.

EPP Meclis Grubu Lideri ve Bavarya Hristiyan Sosyal Sendikası Üyesi Manfred Weber, geçmişte Silvio Berlusconi’nin partisini desteklemesiyle hatırlanıyor ve şimdi de Meloni’yi destekleyecek. Bu esnada İtalyan iktidar mensuplarıyla da iyi geçiniyor. Ortaya koyduğu tek koşul, “hukukun üstünlüğü.” Bununla kastettiği ise, polis devleti kurulması.

Ticaret sendikaları ve varlıklı orta sınıf mensuplarının yönettiği sözde sol partiler, sağın yükselişinde önemli rol oynadılar. Ticaret sendikaları AB’nin savaş politikasına katıksız destek veriyorlar. Sınıflar arası gerilim artarken amaçları “toplumsal barışı” korumak. Yani, sınıf mücadelesini baskılamak. Böylece faşistlerle yüzleşebilecek tek toplumsal gücü de bastırmış oluyorlar.

Sözde solcu partiler ne zaman muhalif rüzgarı arkalarına alıp hükümette pozisyon sahibi olsalar, hemen işçi sınıfına düşman olduklarını gösteriyorlar. Yunanistan’ın Syriza Partisi, İspanya’daki Podemos ve Almanya’daki Sol Parti bunlara birer örnek.

Syriza 2015 yılında “AB’nin kemer sıkma diktasına itiraz edeceğiz” diyerek iktidara geldiğinde seçmenin iradesi ve AB diktası arasında seçim yaptı. Syriza AB’yi seçti ve milyonlarca insanı yoksulluk ile karşı karşıya bırakan, ülkede aşırı sağın yükselişine imkan tanıyan politikaları hayata geçirdi.

Dönemin Finans Bakanı Yanis Varoufakis şimdi DiEM25 (ya da MERA25) partisiyle AB seçimlerine giriyor. Seçim kampanyası esnasında bazı radikal söylemlerde bulundu ve Avrupalı “demokratik” hale getireceğini söyledi. Saçmalık! AB demokratikleşemez. Çoğunluğun çıkarları, iktidar sınıfının kazanç hırsı ve emperyalist amaçları ile örtüşmüyor.

Kitlelerin siyasete müdahale etmeleri, bankaların ve şirketlerin güçlerini ellerinden almaları gerek. Kapitalist sistemi yıkıp süper zenginlerin kazanç hırsı yerine toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan sosyalist bir düzen inşa etmedikçe, hiçbir toplumsal sorunu çözemeyiz.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: WSWS