1 Mayıs’ta Zürih’teydik. 50’den fazla örgütün 1984 yılından bu yana 1 Mayıs Komitesi olarak düzenlediği 1 Mayıs etkinlikleri haftasına katıldık. Bu yılın teması “Kapitalizm sizi hastalandırıyor”du. İsviçre’deki yol arkadaşlarımız sevgili Hatice ve İbrahim Ağırbaş 2020 yılından bu yana Sol olarak komitedeler. İbrahim, 40 yıldır Zürih’te ve yolculuğu hep sürmüş. 1 Mayıs Komitesi’nde başlangıçtan bu yana var. Onlar hem yoldaşlık hem ev sahipliği yaptılar Zürih’te. Yoldaşlık olunca evin evim, evim evin hissini bir kez daha doyasıya yaşadık.

1 Mayıs sabahı şehrin merkezindeki Volkshaus önüne geldiğimizde binlerce coşkulu insan, kendi örgütleri, yapıları, bileşenlerinin bayrakları, pankartları altında neşe içinde slogan atarak toplanıyorlardı. Kesinlikle bir şenlik ya da karnaval havasında değillerdi, sadece devrimci heyecan, neşe ve gurur doluydular. Onlarca sol grup, İsviçre’nin ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden gelip, meydanı bir arada ve tıkabasa doldurmuşlardı. İstanbul’da polis barikatları Saraçhane’den Taksim’e yürüyecek yığınları biber gazıyla, tekme tokat engellemeye çalışırken, biz marşlar, şarkılar, oyunlar, halaylarla şehrin ana bulvarından, ana meydanına kadar kilometrelerce yürüdük. Evet, tabii ki polis vardı, ama yürüyenlerden çok uzakta bir binanın bahçesinde toplanmış bekliyorlardı. İsviçre Polisi aman ne demokrat diyecek değilim, daha önce Ukrayna-Rusya Savaşı’na karşı düzenlenen barış yürüyüşünde, yürüyenleri uzun namlulu silahlarını doğrultarak tehdit de etmişler. Coplar, dipçiklerle yerlerde sürükleyerek, kaba dayakla engelledikleri yürüyüş girişimleri de olmuş. Yine de 1 Mayıs Emekçi Bayramı’nı gönül rahatlığıyla kutlamak, marşlarla sloganlarla yollara düşmek çok güzeldi.

Yürüyüşün coşkusu kadar 1 Mayıs Komitesi’nin ortak çalışarak ürettiği etkinlik ve eylem programı da heyecan vericiydi. 5 gün boyunca her gün panel, tartışma grubu ve konserlerle geçti. Kapitalizm, sağlık ve hastalık üzerine çok sayıda panel vardı. Küba’nın sağlık devriminden, sağlık çalışanlarının proleterleştirilmesi sürecine kadar kapsamlı tartışmalar yapıldı. Ben “Savaşta hayat ve ruh sağlığı” panelinde görevliydim. Jochi Weil, Shoah’tan (Holokost)  İsrail ve Filistin’e başlıklı bir konuşma yaptı. Irak’lı yönetmen Samir, savaşın medyada temsili ve haberleştirilmesini anlattı. Ben de savaş, insan doğası ve kitlesel kırımların halkları nasıl yaraladığı ve otoriter liderlerin toplumu nasıl olup da peşlerinden sürükleyebildiklerini anlatmaya çalıştım. Jochi, İsviçre’li bir “Yahudi”, barış eylemcisi. Annesi Holokost’tan kıl payı kurtulabilmiş ama kardeşlerini ve yakınlarını kaybetmiş. Jochi’nin hayatı, Holokost’un izleri altında büyüme ve fakat bu izlerden dünyanın tüm ezilenleri için barış eylemcisi kimliği inşa edebilme hikayesi. Tam bir örselenmekten özgürleşme ve hayatını kimse örselenmesin diye mücadeleye adayabilme erdemi. Jochi, Yahudilere karşı Filistinlileri ve Filistinlilere karşı da Yahudileri savunan bir barış bilgesi. Yıllardır bu alanda çalışan bir psikiyatr olarak yanıbaşımda örselenmeyi özgürleşmeye dönüştürebilen devrimci bir bilge ile aynı dertlere dair konuşabilmek çok heyecan vericiydi.

Hatice ve İbrahim’le İsviçre’de eğitim, sağlık, işçi hakları ve demokratik haklar üzerine uzun uzun konuştuk. Zürih, 480 bin nüfuslu bir şehir. Konutların %26’sı sosyalist kooperatif modeline çok benzeyen kooperatiflere ait. Kimse mülk sahibi olamıyor ama kooperatif üyeleri son derece konforlu evlerde ömürleri boyunca düşük kira ile oturabiliyorlar. Eğer iki çocuğunuz varsa kooperatif size ona uygun 4 odalı bir ev veriyor. Çocuklar büyüyüp evden ayrılınca siz artık 2 kişi kaldınız daha küçük bir eve geçin ki bu evi çocuklu üyemize verebilelim diyorlar. Sadece konut ve barınma sistemi bile kapitalizmin bu en müreffeh şehrinde beklenmedik bir kamucu anlayışla yürütülüyor. İki açıklaması var, ilkin hemen her konunun bölgesel ya da genel refaranduma götürülebilmesi ve bu hakkın mücadele ile kazanılmış olması. İkincileyin ise İsviçre’nin refahını sağlayan dünyanın kanı...