Çin ve İran’ın dahi yaptırım korkusundan Rusya’ya mesafeli durduğu bir konjonktürde bu yakınlaşmanın Türkiye açısından ciddi riskler barındırdığı ortada. Erdoğan’ın uçurum kenarı diplomasisini pek sevdiği biliniyor. Putin ile bir adım daha yakınlaşma, elbette Atlantik İttifakı’nca karşılıksız bırakılmayacaktır.

Uçurum kenarı diplomasisi
Erdoğan Soçi’ye günübirlik ziyaret gerçekleştirerek Putin ile 4 saat görüştü. (Fotoğraf: Depo Photos)

Ekonomide iyice sıkışan, Körfez monarşilerinden beklediği desteği bulamayan Erdoğan son olarak Rusya’nın yaptırımları delme kanalı olarak devreye girme, ilişkileri sıkılaştırma gayretinde. Soçi’de Putin ile enerji ve dış ticaret alanlarında yeni işbirliği alanları açmak konusunda uzlaşıldıktan sonra, Financial Times’ın ifadesiyle Batı başkentleri alarma geçti. Çin ve İran’ın dahi yaptırım korkusundan Rusya’ya mesafeli durduğu bir konjonktürde bu yakınlaşmanın Türkiye açısından ciddi riskler barındırdığı ortada. İç politikada halk desteği giderek zayıflayan Erdoğan’ın, seçimlere göreceli rahat bir ortamda gitmesini sağlayacak her çareyi deneyeceği görülüyor.

İngiliz gazetesinin haberine göre, Batılı şirket ve bankaların aynı Rusya’dan olduğu gibi Türkiye’den de tamamen veya kısmen çekilmesini öneren üst düzey yetkililer bile var. Ancak yaygın görüş, dış ticaretin finansmanında sınırlamalar, bankaların Türkiye’ye ilişkin kredi limitlerini azaltmaları gibi adımların daha rasyonel olacağı şeklinde. (Financial Times 07.08.2022)

Ancak bu yaptırımlar dahi zaten ciddi ödemeler dengesi sorunu yaşayan ülke ekonomisini krize sürükleyebilir. Son haftalarda petrol ve emtia fiyatlarının düşmesi üzerine CDS primleri 18 Temmuz’daki 904 puandan 720 puana kadar düşmüş göreceli bir nefes alma olanağı doğmuştu.

EKONOMİK YAPTIRIMLAR SONUÇ VERİYOR MU?

Erdoğan-Putin pazarlığını daha ayrıntılı değerlendirmeden önce isterseniz Rusya’ya yönelik yaptırım sürecine kısa bir göz atalım.

Nicolas Mulder ekonomik yaptırımlar üzerine uzmanlaşmış bir bilim insanı. Mulder 1930’lardan beri Rusya ölçeğinde bir ülkeye yaptırım uygulanmadığını söylüyor. O dönem yaptırımlara hedef olan İtalya ve Japonya’nın da Rusya gibi petrol, tahıl ve temel emtiaların önde gelen ihracatçıları arasında bulunmadığının, ayrıca küresel ekonominin bu ölçüde bütünleşik hale gelmediğinin altını çiziyor. Mulder’e göre, risklerin doğası ve yaptırımların maliyeti değişse de, aktarım mekanizmaları yüksek emtia fiyatları ve işlem maliyetleri, tedarik zinciri darboğazları ve dış ticaret kayıpları aynı kalmaya devam ediyor. Bu olumsuz tablo da dünyadaki hemen herkesi olumsuz etkiliyor.

Rusya’nın ihracat pazarları kapandıkça emtia ithalatçısı ülkelerin ödemeler dengesi bozuluyor, kamu maliyesi açıkları artıyor. Mulder bu tip ülkelerin Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmamalarını da hiç şaşırtıcı bulmuyor.

Bugün ekonomik entegrasyon daha derin olduğu için daha belirgin aksamalar yaşanacaktır. Ne var ki gelişmiş ülkeler bu sürece dayanabilmek için daha fazla kaynağa ve etkili maliye politikaları uygulayacak manevra alanına sahiptir. Buna karşı yükselen ülkeler yüksek borç düzeyi, yenilenebilir enerjiye geçmek için daha ağır maliyet, artan faiz oranları ve küresel stagflasyon tehlikeleriyle yüz yüzedir.

Dünya ekonomisinin istikrarı için Rusya’ya yönelik yaptırımların olumsuz sonuçlarına karşı uyumlu bir eylem planı uygulamak gerekir. Birincisi, gelişmiş ekonomiler tedarik zinciri baskılarını hafifletmek amacıyla altyapı yatırımlarına yönelirken, gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) bu süreçlerden mağdur olan vatandaşlarına yönelik gelir desteklerine ağırlık vermelidir. İkincisi, gelişmiş ülkelerin merkez bankaları yükselen ülkelerden sermaye çıkışını önleme için para politikalarını hızlı biçimde sıkılaştırmaktan kaçınmalıdır. Üçüncüsü, GOÜ’lerdeki borç ve ödemeler dengesi sorunları borç yeniden yapılandırmaları ve IMF’den özel çekme haklarının artırılmasıyla aşılmaya çalışılmalıdır. Dördüncüsü, yoksul ülkelere gıda ve ilaç yardımları artırılmalıdır. Beşincisi, dünyanın önde gelen ekonomileri gıda ve enerji fiyatları üzerindeki fiyatlama baskısını, mal stoklamak ve rekabete girmekten kaçınarak aşmaya çalışmalıdır. (Nicholas Mulder, The Sanctions. Weapon, Finance and Development, June 2022).

Görüldüğü kadarıyla bu önerilerden hiçbiri tam anlamıyla hayata geçirilemediği için yaptırımlar Rusya’dan çok üçüncü dünya ülkelerini vurmaktadır.

AB’DE YAPTIRIM ÇATLAKLARI

ABD’nin tüm gerilimi tırmandırma, AB’nin silahlanma harcamalarını artırma çabalarına karşın birlik içinde çatlaklar oluşmaya başladı. Yükselen enflasyon, enerji krizi, kapıyı çalan durgunluk tehlikesi Avrupa hükümetlerini Rusya’ya tavizler verme eşiğine getiriyor. Almanya Ukrayna’ya silah sevkiyatını ağırdan alıyor. İtalya’da yaşanan ekonomik krize karşın, Ukrayna’ya askeri yardımın mali yükünün artması koalisyon ortaklarının Başbakan Mario Draghi’den desteklerini çekmesine yol açtı, koalisyon hükümeti düştü. Macar Başbakanı Orban zaman zaman yaptırımlara engel çıkarıyor. IMF’ye göre Rusya’nın Avrupa’ya doğal gaz tedarikini tamamen kesmesi Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve İtalya ekonomilerinin yüzde 5’ten fazla daralmasını getirecek.

Bunlara karşın, Baltık ülkeleri ve Polonya şahin tavrın kararlılıkla sürdürülmesinden yana. Kış şartları kendini hissettirdikçe, ekonomik durgunluk karşısında halk tepkileri yükseldikçe AB içindeki görüş ayrılıkları daha belirginleşebilir. Rusya’nın giderek yıpranıp ağır bir askeri yenilgi almasını bekleme stratejisi hiç gerçekçi görünmüyor. Öyleyse Rusya’nın güvenlik kaygılarına seslenen, NATO’nun yayılmacılığına son verileceğini taahhüt eden, buna karşın Rusya’dan askeri operasyonlarını durdurmasını talep eden bir açılıma şans vermek gerekiyor.

SOÇİ ERDOĞAN’IN ÖLÜM SALTOSU MU?

Soçi’de bir araya gelen Erdoğan ile Putin arasında ilginç bir kimya var. Libya, Suriye, Dağlık Karabağ hemen hemen tüm uluslararası sorunlarda karşıt kamplarda yer alan iki otoriter figür bir türlü birbirlerinden kopamıyorlar. Bu yakınlaşma bir yönüyle kontrol delisi mizaçlarının uyuşmasından, bir yönüyle her ikisinin de çok sıkışık durumda birbirine sarılmasından kaynaklanıyor olabilir.

Ayrıntılara girmeden önce şu saptamayı yapabiliriz: Erdoğan seçime kadar kendisine nefes aldırabilecek, özellikle döviz açığını hafifletebilecek, enflasyona yukarı yönlü basınç yapan enerji maliyetlerini aşağı çekebilecek bir arayış peşinde. Bir de Suriye’de PYD’ye yönelik bir operasyona onay almayı, böylelikle bir yandan iç kamuoyuna “teröristleri inlerinde bastık” tarzı hamaset pompalayacak bir malzeme elde etmeyi, bir yandan da Fırat’ın doğusunda yeni bir egemenlik alanı açıp kendisine giderek ağır bir politik fatura çıkartan Suriyeli sığınmacıların bir bölümünü buraya yerleştirmeyi planlıyor. Ne var ki Suriye konusunda bir yeşil ışık alamamış durumda. Putin ise Türkiye gibi stratejik konuma sahip bir ülke üzerinden ekonomik yaptırımların arkasından dolanmayı umut ediyor.

Türkiye ile Rusya arasında yapılan anlaşmanın en kritik noktasını doğal gaz ticareti ödemelerinin kısmen ruble ile yapılması kararı oluşturuyor. Türkiye’nin Rusya’ya karşı özellikle enerji ithalatından kaynaklanan çok büyük bir dış ticaret açığı var. Bu nedenle tüm ithalatı karşılayacak ölçüde rubleye sahip olması olanaksız görünüyor. Ne var ki, turizm gelirlerini, emlak alımlarını, hatta oligarkların Türkiye’ye gelecek paralarını bir havuzda toplayıp, alacaklı Türk tarafına TL ödeme yapıp, rubleleri doğal gaz faturasının bir bölümünü karşılamak için kullanmak seçeneği teknik açıdan olanaklı.

Burada Ruslara Visa ve Mastercard ile ödemeyi men eden yaptırımın Rus Mir ödeme sistemini devreye sokarak aşılmasından söz ediliyor. Ancak tüm bunlar, Washington’un Rusya’nın yaptırımların arkasından dolanmasına olanak tanıyan ülkeleri cezalandıracağı tehditleriyle birlikte düşünülmeli. ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo’nun bu konuda uyarılarda bulunmak için Haziran ayında İstanbul’da görüşmelerde bulunduğu biliniyor.

Erdoğan Rusya dönüşü, Eylül ayında Özbekistan’da toplanacak Şangay zirvesine Putin’in ricası üzerine katılacağını söyledi. Türkiye başından beri Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olmak istiyor. Ancak bu yapının temel kuruluş amaçlarından biri köktendinci, cihatçı örgütlerle mücadele. Türkiye bu oluşumlarla bağını koparamadığı için üye kabul edilmiyor, gözlemci ülke statüsünde tutuluyordu. Eylül toplantısında tam üye yapılıp, Avrasya blokunun geçiş yaptığına ilişkin bir mesaj verir mi, şu aşamada tam olarak bilemiyoruz.

Erdoğan’ın uçurum kenarı diplomasisini (brinkmanship) pek sevdiği, hassas dengeler üzerinden pazarlık gücünü artırmaya yönelik fırsatlar kolladığı biliniyor. Putin ile bir adım daha yakınlaşma, elbette Atlantik İttifakı’nca karşılıksız bırakılmayacaktır. Öte yandan Türkiye’nin kolayca gözden çıkarılamayacak stratejik bir konumda olduğu da ortada. O nedenle önümüzdeki günler ilginç gelişmelere açık. Bekleyip göreceğiz. Ancak şu aşamada son Soçi açılımının Erdoğan’ın son derece riskli ölüm saltosu denemesi olduğu bile söylenebilir.