Bir tercih meselesi

MEHMET Atilla Güler - Dr., Akademisyen

29 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentinde hayvan satışı yapılan bir pazarda çalışan dört kişide ve burayı ziyaret edenlerde rastlanan akciğer enfeksiyonu, dünyayı Covid-19 virüsüyle tanıştırdı. Bir süre Çin sınırları içerisinde kalan salgın, şubat ayından itibaren önce İran’a, ardından Avrupa ile ABD’ye ve nihayet Türkiye’ye yayıldı. Salgına karşı ulus devletler düzeyinde verilen yanıtlar, sermaye birikiminin neo-liberal düzenlemeyle gerçekleştiği günümüz kapitalizminde sosyal devletlerin mevcut kapasitelerinin önemli ölçüde farklılaştığını gösterdi.

SAĞLIĞIN PİYASALAŞTIRILMASI

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen süreçte sosyal devlet, gelir güvencesi, toplumsal risklere karşı korunma, vatandaşlık temelinde eğitim, sağlık ve barınma başta olmak üzere yasalarla güvence altına alınmış standartları sağlamıştır. Buna karşılık 1980’li yıllara gelindiğinde sosyal devlet, sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarındaki artış nedeniyle eleştirilmiş, bu ve benzeri eleştiriler temelinde küresel kapitalizm, neo-liberal düzenleme temelinde yeniden örgütlenmiştir. Bu sürecin sağlık hizmetleri alanındaki yansıması, piyasalaştırmadır. Piyasalaştırma, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların teşvikiyle yürütülen reform çalışmalarıyla gerçekleştirilmiştir.

Kapitalist ülkelerin sosyal devlet pratikleri, Gosta Esping-Andersen’in 1990’lı yıllarda gerçekleştirdiği sınıflandırmaya atıfla liberal, muhafazakâr ve sosyal demokrat olmak üzere üç başlık altında değerlendirilir. Bu sınıflandırma, farklı yazarlar tarafından Güney Avrupa ülkelerini de içerecek şekilde genişletilmiştir. Bugün Covid-19 Küresel Salgını konusunda kapitalist ülkelerin mücadelelerindeki farklılaşma, sosyal devlet modellerinin sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinin örgütlenmesiyle yakından ilişkilidir.

SOSYAL DEVLET PRATİKLERİ

Covid-19 Küresel Salgını, sosyal devletlerin mücadele kapasitelerindeki ve yöntemlerindeki farklılıkları açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda, Güney Avrupa modeli, salgının etkilerinin güçlü şekilde görüldüğü yapı konumundadır. Salgından en çok etkilenen ülke olan İtalya’da ölümlü vaka oranı yüzde 9,9 düzeyindedir. Bir başka Güney Avrupa ülkesi İspanya’da ise bu oran yüzde 7,1’dir.

Liberal sosyal devlet, Güney Avrupa’nın ardından salgının gidişatının her geçen gün kötüleştiği ikinci örnek durumundadır. ABD ve Birleşik Krallık örneği ile tanımlanan bu modelde ölümlü vaka oranı yüzde 3,3 düzeyindedir. Esasen bu ülkelerdeki politik söylem dikkate alındığında sonuç hiç de şaşırtıcı değildir. Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson’un Covid-19 ile mücadelede sürü bağışıklığı modelini anlatırken kullandığı “Birçok aile, sevdiklerini zamanından önce kaybedecek” söylemi, örnek aldığı Margaret Thatcher’ın “Toplum diye bir şey yoktur; birey olarak erkekler, kadınlar ve aileleri vardır” şeklindeki ünlü sözünün Covid-19 Küresel Salgını koşullarına uyarlanmış hali gibidir. Liberal modelin bir başka örnek ülkesi ABD’de de durum buna oldukça benzerdir. ABD Başkanı Donald Trump, ilk aşamada salgının seyrinin kendi halinde ilerlemesinin tercih edileceğini belirtmişti. Daha sonra arkasına ünlü sağlık tekellerinin temsilcilerini alarak aşı geliştirme konusuna sınırsız destek vereceğini söylese de ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin tüm uyarılarına rağmen gündelik yaşamın kısıtlanması konusunda kapsayıcı önlemlerin alınmayacağını açıkça belirtti.

Muhafazakâr sosyal devletin örneğini oluşturan Almanya, diğer ülkelerden tamamen farklılaşmış durumda. Alınan kapsayıcı önlemler sayesinde ülkede ölümlü vaka bakımından yalnızca yüzde 0,5’lik bir oran kaydedildi. Konuyla ilgili olarak Robert Koch Enstitüsü’nden yapılan açıklamada, salgının ülke sınırları içerisinde hızla yayılmaya devam etmesine rağmen şimdiye dek alınan önlemlerle kısmi başarının sağlandığına dikkat çekildi. Buna karşılık, yine aynı model kapsamında tanımlanan Fransa’da ise alınan önlemlere rağmen ölüm oranları yüzde 4,9 gibi yüksek bir düzeyde seyrediyor. Tüm bu koşullar altında kapitalizmin örgütlenmesi bakımından iki farklı seçeneği öne çıkarmak mümkün. İlk seçenek, liberal modelle somutlaşan, yaşlıların ve bakıma muhtaç hastaların ayıklanması için bir fırsat olarak gören neo-liberal tezlerin sürdürülmesi. İtalya örneğinde sağlık emekçilerinin enfekte hastalar arasında seçim yapma noktasına getirilmesi, İspanya’da birden fazla huzurevinde yaşlıların ölüme terk edilmesi bize seçimin bu olması halinde yaşanacaklar hakkında fikir veriyor. İkincisi emekten, gelirin adil dağılımından, kapsayıcı bir sağlık ve sosyal güvenlik sisteminden yana yeni bir sosyal devlet örgütlenmesi. Gidişatın nasıl olacağını ise Covid-19 Küresel Salgını’nın seyri gösterecek.