Bombalar çare olmadı, olmayacak

Irak'ın işgalinden sonra ülkede yaşananlar, Ukrayna’da gelecekte neler olabileceğine dair bir uyarı niteliğinde.

Randeep RAMESH

ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin üzerinden 20 yıl geçti. ABD adeta hiçbir şey öğrenmedi, ama hiçbir şeyi de unutmadı. Irak’ın hukuksuz işgali ABD için uluslararası düzeyde jeopolitik başarısızlık, ülke içinde ise siyasi utanç sebebi oldu. 20 yıl önceye gidip “savaşı başlatma” kararının nasıl alındığını anlamak istiyorsak, Washington’ın 1945’ten bu yana işlettiği hegemonya politikasını anlamak zorundayız. ABD’nin “Terörle mücadele” söylemleri, uluslararası arenada üstünlük peşinde koşmayı sürdürmesine imkân tanıdı. Bunu yaparken bir yandan yalanlar, sahtekârlıklar ve şiddete başvurarak demokrasinin altını oyuyordu.

George W. Bush’un fevri hamleleri bir dönem eleştirilere sebep olsa da, bu eleştiriler siyasetin koridorlarından kısa sürede silindi. ABD diğer ülkelere “ya bizimlesiniz, ya karşımızda” perspektifinden bakmayı sürdürdü. ABD’nin gücünün sırrı, milli güvenlik ve küresel ekonomi açılarından önem arz eden üç bölgeyi başarıyla kontrol etmesinde: Batı Avrupa, Doğu Asya ve Ortadoğu. Amerikan stratejisi, Avrasya coğrafyasında rakip güç oluşmasına engel olmak ve dünyanın en büyük petrol rezervlerini bulunduran Arap Yarımadası’nda “tekil” bir güç oluşmasına engel olmak üzerine kurulu. Tabii şu sıralar şekillenen koalisyonlar ABD’yi bir kez daha endişelendiriyor olabilir.

ÇOK KUTUPLU TEHLİKE

Tarihten ders çıkaracak olursak görürüz ki bir taraf fazla güçlendi mi, diğer güçler tarafından “alt edilir.” Vladimir Putin’in hukuksuz ve kanlı Ukrayna istilası ve krizin dünyada algılanma şekli birçok açıdan manidar oldu. Moskova ile ticari ilişkilerini geliştiren farklı ülkeler, Rusya’nın petrolden mikroçiplere farklı ürün kalemlerinde yaptırımlardan kaçabilmesini mümkün kıldı. Çin’in yükselişi de hesaba katıldığında, dünyanın “çok kutuplu” düzene evrildiği açıklık kazanıyor. ABD ise amereleri görülen çok kutuplu düzeni tehlikeli bir durum olarak tasvir etmeyi seçiyor. Büyük güçlerin sayısı arttıkça, çatışma ve zıtlaşma ihtimali de artacaktır iması yapılıyor. Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler taraf olmamakta direnirken tam aksi de doğru olabilir. ABD yükselen güçleri “kendine yarayacak” uluslararası yasalarla kısıtlamayı seçerken, ABD dayatmalarından kaçacak alanı bulan ülkeler, başka yerde daha iyi koşullar bulabilir. Çin aracılığıyla görüşülen yeni bir anlaşma Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkileri normalleştirmeyi amaçlıyor. Tabii cehenneme giden yolun, iyi niyet taşlarıyla döşendiği uluslararası ilişkiler alanında da doğru. Politikaları, yarattıkları neticeler ile birlikte değerlendirmeliyiz. ABD’nin 1970’li yıllardan beri uyguladığı strateji, Moskova’yı Orta Doğu’dan uzak tutmak oldu. Fakat Irak işgali, bölgeye diğer güçlerin girişine adeta davet çıkardı. 2016 yılına gelindiğinde Suudiler ve Rusya arasında yeni bir petrol anlaşması yapıldı. Rusya İran rejimine açıktan destek vermeye başladı ve Suriye krizinde Rusya ordusu önemli rol oynadı.

Aynı yıl ABD’de yapılan seçimlerde iki aday vardı. Donald Trump “Çin ile dalaşmayı” vaat ediyor, Hillary Clinton ise “Rusya ile dalaşmayı” vaat ediyordu. Görünüşe göre ülkeye şu an liderlik eden Joe Biden her iki ülke ile aynı anda dalaşmakta sakınca görmüyor. Bu yaklaşıma göre, ABD ancak kendi gibi düşünen demokratik ülkeler tarafından yönetilen bir dünyada güvende olabilir. Tabii ABD gücünün kaprisli ve bencil yapısı müttefikleri ve rakipleri tarafından yakından tanınıyor. Orta Doğu’yu bombalayarak hizaya sokmaya karar veren ABD, Fransız ve Almanların diplomatik itirazlarına kulak asmayı bir an için bile düşünmemişti. Neticede Irak işgalinde yüz binlerce sivil hayatını kaybetti. Washington’ın ülkede kurduğu rejim, ülkeyi yönetilemez hale getirdi. Irak petrolü dünya pazarlarına satılırken, 150 milyar dolar yolsuzluk ağlarında buharlaştı. Şimdilerde ülkede az sayıda ABD askeri var ve IŞİD’in güçlenmesine engel olmak için ülkede bulunuyorlar. Fakat Bağdat’ta olan bitene yön veren asıl oyuncular Tahran’da. İran ile ilişkili milisler, Irak siyasetinde söz sahibiler. ABD'nin Irak’ta yaşadığı hezimeti görmezden gelebilmesinin tek sebebi, aynı esnada kendi toprakları içinde kaya gazı ve petrolü bularak enerji yarışında öne geçmesi oldu.

ABD dünyanın polisliğini yapmaktan vazgeçmiş değil. Arap baharı yıllarında Barack Obama Libya’ya asker yollamaya karar verdi. Almanya’nın BM Güvenlik Kurulu’ndaki itirazlarını duymazdan geldi. 2021 yılına gelindiğinde Afganistan’dan çekilme kararı yürürlüğe kondu. Bu hamle, Taliban ile savaşırken binlerce asker kaybeden Birleşik Krallık’a şok etkisi yaptı. AB cepesinde ise bu konuda Londra’nın ne düşündüğü hiç umursanmadı.

IRAK’TAN DERSLER

Irak'ta son zamanlarda yaşananlar, Ukrayna’da gelecekte neler yaşanabileceğine dair uyarı niteliğinde. ABD siyasetinin başarıya ulaşması “kutsal” kabul ediliyor ve başarının önüne geçebilecek hiçbir ahlaki sınır kabul edilmiyor. ABD’nin “sarsılmaz desteğinin” sınırı, ABD ve Rusya birliklerinin asla doğrudan çatışmayacak olmaları. Bunun yaşanması, üçüncü dünya savaşı çıkması anlamına gelir. Tabii ABD yönetimi bir yandan savaş sonrası düzenin neye benzeyeceğine dair senaryoları tartışıyor ve bu da Kiev yönetimini tedirgin ediyor. Nihayetinde savaşın hızla sona ermesinin önkoşulu, Kiev’in Rusya’ya toprak vermesi.

Washington üç önemli politika hedefini gerçekleştirdi bile: İlk olarak, Putin Avrupa’nın gözünde “düşman” lider haline geldi. İkincisi, Avrupa’nın en büyük doğalgaz tedarikçisi olarak Rusya’nın yerine ABD geçti. Üçüncüsü Avrupa’nın ekonomik güç merkezi Almanya, artık Rus gazına bağımlı değil. Bu üçünü birlikte ele aldığımızda, AB’nin gelecekte daha uysal bir “ABD müttefiki” olacağını düşünebiliriz.

Tabii ABD Kiev’e “ihanet ediyormuş” gibi görünmek istemeyecektir. Fakat Washington kusurlu bir barışı, sonsuz bir savaşa tercih edecektir. O yıllarda Irak savaşına destek veren Biden, Obama’nın kampanyasının savaş karşıtlığı üzerine kurulu olduğunu unutmadı. Yaklaşan seçimlerde “Ukrayna’yı korumanın ABD çıkarlarına olmadığını” söyleyecek Cumhuriyetçi rakipleri olacak. Ukrayna’nın bir tür zafer ilan etmesi, ülkenin yeniden inşa sürecinin başlamasını sağlayabilir. İhtiyaç duyulan kaynaklar ise, G7 ve AB ülkelerinde el konan Rusya merkez bankası kaynaklarından karşılanabilir.

Son olarak, Washington küresel kamuoyu tarafından nasıl algılandığını uzun süre görmezden gelmek istemeyecektir. Irak savaşı uluslararası siyasetin “iyiler ve kötüler savaşı” olmadığını gösterdi. Fakat Putin’in Ukrayna istilası batıda dayanışmayı bir kez daha sağlamlaştırdı. Buna rağmen, ABD hegemonyasının dünyanın geri kalanı tarafından öylece kabullenileceğini düşünmek Washington için hata olur.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Guardian

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
İsviçre'de, Beypazarı maden suları "doğurganlığı etkilediği" gerekçesiyle yasaklandı IMF, Türkiye tahminini değiştirmedi Çin ekonomisi beklentilerin üzerinde büyüdü İsrail'den Lübnan'a İHA saldırısı: Bir kişi öldü Ortadoğu'da tansiyon düşmüyor: İran ve İsrail'den açıklama