İktidara göre her şey kontrol altında kimse açıkta değil. Oysa yurttaş göçük altında ya da önünde; karda, dondurucu soğukta bir an önce yardımın ulaşmasını bekliyor. 25 yıl boyunca depremden korunmak için o kadar vergi ödedikten sonra aynı sonla hatta daha kötüsüyle karşılaşan yurttaşlar tanıdık bir soruyu sorup duruyor: Nerede bu devlet?

Çeyrek asır sonra aynı soru: Nerede bu devlet?
Önceki gün meydana gelen depremlerin ardından İskenderun'da yıkılan binalarda arama kurtarma çalışmaları devam ediyor.

Enkazın altından kızının cansız bedeni almak zorunda kalan anne saatler sonra gelen kurtarma ekiplerine seslendi son gücüyle: “Kızım donarak öldü. Neredeydiniz, neden gelmediniz hiçbiriniz?”

Oysa AKP sözcüsü Ömer Çelik “Cumhur İttifakı olarak tüm gücümüzle sahadayız” diye geçmişti kameraların karşısına. Cumhur İttifakı’nın milletvekilleri, bakanları 5-10 dakika sahaya inip bir daha ortalıkta görünmemeyi tercih ettiler. Yurttaş sadece yetkili diye AFAD çalışanlarını gördü. Bir de yerel yönetimleri.

DEVLET YİNE YOK

Yaşanan büyük yıkımın birinci derece sorumlusu hiç kuşku yok ki iktidar. Ranta dayalı şehir planlaması, büyük otoyol, havaalanı projeleri, neredeyse gelenek haline gelen yapı aflarıyla adeta felaketi davul zurnayla çağırdı. Üstelik hiçbir hazırlık yapmadan.

17 Ağustos 1999 depreminin en önemli çığlıklarından biri “nerde bu devlet” olmuştu. Hatta sonrasında yaşanan iktidar değişikliği bile depremle birlikte yıkılan devlete bağlanmıştı.

Bugün aradan geçen yaklaşık çeyrek yüzyıla rağmen değişen hiçbir şey yok. Hatta daha da geriye gittiğimizi söylemek mümkün.

Enkaz kurtarmada yetersiz, barınmada yetersiz, gıda sağlamada yetersiz, başta ilaç olmak üzere temel ihtiyaçları sağlamada yetersiz.

Bırakın yaralı, ölü ve enkaz altında kalanların sayısı hakkında net bilgi vermeyi daha yıkılan bina sayısından bile haberdar değiller. Uluslararası kuruluşlardan gelen uydu görüntüleriyle yardım teklifine kibirlerinden yanıt bile vermediler.

Yüzlerce yaralı enkaz altında gelecek bir yardımı bekledi.

ERDOĞAN NEYİ BEKLEDİ?

Depremin ilk saatlerinden başlayarak devam eden büyük başıbozukluk tablonun daha ağırlaşmasına neden oldu.

Erdoğan alışagelenin aksine az ve kısa konuştu. İki kez kameraların karşısına geçti. Yine ekrana yazılanı okudu. İlkinde her şeyin kontrol altında olduğunu ve süratle yaraların sarılmaya başlandığını ifade etti. İkinci konuşma için 24 saat bekledi. Tablo daha da ağırlaştı. 10 ille ilgili yeni kararlar açıkladı. Erdoğan “Depremin yaşandığı 10 ilimizi, genel hayata etkili afet bölgesi olarak ilan ediyoruz” dedi. Buna bir de yine 10 ili kapsayacak şekilde OHAL ilan edildiğini de eklemeyi ihmal etmedi. Erdoğan’ın diğer bir hamlesi de iki uçağını yardım taşımak için vermesi oldu.

Anlaşılan o ki ne Erdoğan yıkımın fotoğrafını ilk saatlerde göremedi. Ya da Erdoğan’a gösterilmedi. Yoksa durumun vahametini anlatmak için bu kadar saat beklemezdi.

Tek adam Erdoğan’ın imzası ve talebiyle hareket etmeye alışık devlet bürokrasisi hareket edemedi. Gerçi hazırlığı da yoktu ama çok fazla ne yapacağını de bilemedi. Kızılay’dan, Ulaştırma Bakanlığı’na kadar her kademede aynı durum vardı. Hızlı hareket etmek için getirildiği söylenen başkanlık rejimi devleti kilitledi.

BİLDİK TANIDIK TERANE

Bu büyük fiyasko sonrası iktidar cenahından gelen “Tarihin en büyük felaketlerinden biri” diyerek başlayan cümle kadere kısmete kadar gitti. Ölenler aslında kaderinde yazılanı yaşamıştı ve üstelik deprem çok büyüktü. Haliyle de yapacak çok bir şey yoktu. Üstelik depremin hemen sonrasında devletimiz elinden geleni yaptı, yapıyordu zaten. Yani iktidar ve onların şakşakçılarına göre ortada konuşacak, eleştirecek konu bile yoktu aslında. O kadar rahat ve bir o kadar da pişkince.

Muhtemelen enkaz arama çalışmaları biter bitmez hatta bugün itibariyle önce Diyanet Başkanlığı ardından tarikatlar devreye girecekti. Meseleyi bugünden, iktidardan uzaklaştırmak için aldıkları paranın hakkını vermek için nasıl sabırsızlanıyorlar kim bilir?

SEÇİM DERDİ BİTMEDİ

Erdoğan konuşmasında yardım toplamak için yine IBAN verdi. Ve yine ekledi tüm yardımlar sadece AFAD koordinatörlüğünde yapılabilecekti. Bu durum pandemiden ne kadar tanıdık geldi değil mi? Üstelik bu açıklama milyonlarca yurttaş yollara dökülmüşken, her taraftan yardımlar toplanır, kampanyalar başlatılırken, yerel yönetimler sahayı parsellerken geldi. İktidar tüm yardım kampanyalarına müdahale etme gereği hissetti. Bir anlamda iktidar Devlet olanakları ile beceremediğini kimsenin yapmasına izin vermedi. Seçime giderken başarısız bir görüntü veremezdi ve bu oldu.

İktidar seçimi düşünmeden tek bir adım atacak durumda değil. Tarihin en büyük fecialarının birinde bile bunun izlerini görmek mümkün. Devletin tüm aygıtlar buna göre programlanmış durumunda. O yüzden halka el uzatacak devlet de yok.

***

DİPSİZ ÇUKUR

Cumhur İttifakı yurttaşa yaşattığı büyük acıyı gizleme telaşında. Bu durum öyle üstlerine sinmiş ki ne yapacaklarını bilmiyorlar. Yalan yanlış bilgiler, sosyal medya paylaşımları ile durumu geçiştirmeye çalışıyorlar. Bunlardan en bilineni Mehmet Metiner. Depremin en çok yıkım yarattığı ilerden biri olan Adıyaman’da partililerinden gelen sosyal medya paylaşımlarından rahatsız olan Metiner panikle yanıtlar verdi. Mehmet Metiner’in “Adıyaman yalnız değil. Adıyaman’ın arkasında Reis var. Adıyaman Reis’in sevdalı olduğu bir şehirdir. Ölenleri geri getiremeyiz. Üzüntümüz sonsuz. Lakin Adıyaman’ımızı yeniden onaracak Reis’imiz var bizim teyzeminoğlu…” paylaşımı kısa sürede binlerce tepki aldı. Sonuçta kaldırmak zorunda kaldı. Adıyaman demişken depremzedelerin tepkilerine gülerek karşılık veren valiyi de unutmamak gerekir. Nurettin Nebati Şanlıurfa’da “her yere ulaştık” yalanını söylerken, Canikli yurttaşın tepkisini telefonla oynayarak savuşturmaya çalıştı. Devlet Bahçeli büyük yıkım sonrasında bile grup toplantısını ertelemedi. Öyle ya devlet çok büyüktü ve aynı anda birden fazla şey yapabilirdi. Ama Bahçeli konuşmasında devletin deprem karşısında yaptıklarını anlatmayı tercih etmedi. Tam tersi kamunun basiretsizliğini gözler önüne serenleri tehdit etmeyi uygun gördü. Tıpkı Fahrettin Altun gibi. İletişim Dairesinin kudretli şahsı, gelecek her mesajı bir hayat kurtarma gayreti ile paylaşanları hafif yollu “uyarıyla” başlamış mesaisine. RTÜK başkanı da yancısı. Yandaş medyanın dipsiz çukurdan konuşan gazeteci kılıklı insanlarla ilgili konuşmaya bile değmez. İktidarın onlara sunduğu olanlar o kadar gözlerini ve vicdanlarını körleştirmiş ki ölenlerin yakınlarına saldıracak kadar alçalmışlar.