En büyük mesele... İnsan hayatından daha mühim ne var ki?

O nedenle müzik yazmak falan gelmiyor insanın içinden; sizin de muhtemelen okumak...

Ne müzik yazmak, ne müzik dinlemek; ne de başka bir şey... Müzik gibi her konu geliyor aynı kapıya çıkıyor, aynı soruna işaret ediyor. Tek bir çığlığa dönüşüyor; özellikle salgın günlerinde gördüğümüz üzere ne müziğin ne de başka bir sanatsal faaliyetin toplumsal olaylardan bağımsız olmadığına.

Zira depremi müzikle ilişkilendirebileceğim en yakın örnek olarak, devlet tarafından ülke genelinde düzenlenen “Çök-Kapan-Tutun” deprem tatbikatında çalınan Edis’in “Martılar” şarkısı geliyor aklıma; ki onu da boş verin! Ancak yakın zamanda kolektif bilinç ve vicdan sahibi müzisyenlerin en önemli şarkı içeriklerinden birini yaşadığımız bu günlerin acısının oluşturacağı gün gibi ortada.

***

Kahramanmaraş merkezli, 10 ili etkileyen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler sonucu karşı karşıya kaldığımız acı tablo herhangi bir istatistiğe hacet bırakmayacak kadar çıplak: binlerce can kaybı ve deprem sonrası çalışmalar için gerekli güvenli noktaların hasar görmesi, havaalanlarının, yolların işlemez hale gelmesi, kamu binalarının, hastanelerin yıkılması, siyasi iktidarın yıllardır şatafatlı törenlerle açtığı binaların neredeyse tamamı ağır hasar görmesi...

Yaşadıklarımız insana tarifi mümkünsüz bir acı veriyor. Biraz nedenlerini düşününce insanı çileden çıkaran bir acz ve nefret veriyor. Hepsini toplarsak bilinçli olarak ve topyekûn bir tepki vermenin kaçınılmazlığını ortaya çıkarıyor.

Depremin kadere bağlanamayacağı konusu bir kez daha aydınlanıyor. Sürpriz değil; bölgede yakın zamanda büyük bir deprem olacağı defalarca söylenmişti. Olay bu yönüyle sınıfsal ve toplumsal. Yaşanan kayıpların sorumlusu ise sadece deprem değil.

Hatırlıyorum, 17 Ağustos depreminin anlamı sadece kayıplarının büyüklüğünde değildi. Bu aynı zamanda ülkemizdeki sosyo-ekonomik-politik yapının çürüklüğünü, düzenin adaletsizliğini, sistemin bozukluğunu ortaya koymuştu. Yine hatırlıyorum, birileri sorumluları aramaya başlamış ama sanki konu kişiselmiş gibi göstermelik olarak müteahhit Veli Göçer ve bir kaç kişi dışında ceza alan olmamıştı. Depremden sonra özellikle devlet tarafından yapılan evler rantçıların eline geçmişti. Tüm çıplaklığı ile görülüyor ki bu bir kentsel dönüşüm değilmiş, rantsal dönüşümmüş.

***

Bu tür felaketleri bir daha bu boyutuyla yaşamamak mümkün. Hayatını kaybedenlerin vebali tabiatın ve kaderin değil, kapitalizmin boynuna. Felaketler ezilenlerin mücadele iradesini güçlendirmeli. Tıpkı sınıf mücadelesinde olduğu gibi, salgında olduğu gibi, müzisyenlerin trajedisinde olduğu gibi, bugün de felaketin üstesinden gelmek için örgütlenmek hayati.

Sanatsal, sportif tüm faaliyetlerin durdurulduğu bir dönemde rapçisi-metalcisi, cazcısı-türkücüsü, popçusu-topçusu; velhasılıkelam toplumun tüm kesimleri... Konuyu siyasal istismar malzemesi haline getirmeden bu yaraları hep birlikte sarmalıyız. Yaralar sarılınca da sorumlu olanların yine tereyağından kıl çeker gibi sıyrılmalarına izin vermemeliyiz. Bu depremin sonrası bundan sonrakiler gibi olmasın. Neden mi? Çünkü en büyük mesele... İnsan hayatından daha mühim ne var ki? Müziği her zaman dinleriz, yazarız, okuruz.