Eylemcileri şeytanlaştırmak İran’ı kurtarmayacak

Protestocuları gayrimeşru göstermek adına hakarete başvurmak liderlerin ilk seçtikleri yöntem haline geldi. Ancak bu taktiklerden hiçbiri insanları sokağa çıkmaktan alıkoymadığı gibi halkın öfkesi daha da hiddetleniyor.

Kourosh ZIABARI

İslam Cumhuriyeti’nde başlayan eylemler 16 Eylül’den bu yana sürüyor. “Kadın, Yaşam ve Özgürlük” sloganı altında birleşen eylemciler, inişli çıkışlı bir süreçten geçtiler fakat asla ivme kaybetmediler.

Bir dizi toplumsal talep ile sokağa dökülenlere karşı Tahran yönetiminin benimsediği yaklaşım, toplumun geniş kesimleri tarafından ortaya konan iradeyi “hafife almak” oldu. Diğer bir deyişle, geçmişte muhalif seslerle karşılaştıklarında uyguladıkları stratejileri tekrar ediyorlar.

İranlı liderler arasında birkaç konuda görüş birliği var. Bir defa eylemler “isyan” olarak tarif ediliyor ve bu sayede “devrimci dalganın” beraberinde getirdiği tüm talepler gayrimeşru gösterilebiliyor.

İran hükümetinin ülke içinde yaşananları çarpıtma ve alternatif söylemler geliştirme becerisi yıllar içinde büyük maharetle uygulanır oldu. Örneğin sene başında yürürlükten kaldırılan gıda ve ulaşım destekleri “fiyatlamanın liberalleşmesi” olarak tarif edildi. İnternetin kesilmesi ise “ulusal bilgi ağı” girişimi adıyla anıldı.

BİLİNDİK HAMLE: ‘DIŞ GÜÇLER’

Aylardır süren eylemler karşısında kurumların benimsediği yaklaşım, olan biteni görmezden gelmek ve yaşanan olayların ciddiyetini reddetmek olarak özetlenebilir. Yaşananlar “ülkede kaos yaratmaya çalışan dış güçlerle” bağdaştırılıyor ve eylemciler aşağılayıcı sözlerle anılarak demoralize edilmeye çalışılıyor.

Yetkililerin önceliği, günü kurtararak ülkeyi yönetilebilir kılmak. İnsanların taleplerini karşılayacak uzun vadeli çözümler geliştirilmesini henüz gündeme almış gibi görünmüyorlar. İranlıların çektiği tüm acılardan “dış güçleri” sorumlu tutmak da yetkililerin sorumluluk almamak adına kullandıkları tanıdık bir taktik. Bu yaklaşım büyüsünü uzun süre önce yitirdi fakat ülkede ne zaman bir kriz çıksa, yetkililerin ilk refleksi yine aynı resmi söyleme başvurmak oluyor.

Fakat bu defa yaşananları farklı kılan bir olgu da, yetkililerin bu defa eylemcileri doğrudan eleştirmeleri oldu. Sokağa çıkanları korkutma niyetiyle yürürlüğe konan bir taktik olduğu düşünülebilir. Fakat her halükarda, yönetici elitler arasında görüş ayrılıkları yaratan eylemlerin iktidardakileri son derece endişelendirdiğini gösteriyor.

Bu konuda Ahmed Alamolhoda önemli bir örnek. Ayetullah’ın Razavi Horasan eyaletindeki temsilcisi pozisyonunda olan kıdemli din adamı, iktidarın inanç ve yaşam tarzı dayatmalarına karşı çıkanları sık sık kötülemesiyle biliniyor. Kısa süre önce verdiği bir demeçte, şu sözleri söyledi: “ABD’yi tatmin etmek için başörtülerini çıkaran ve örtüsüz gezenler bilsin ki, ABD onları 1953 darbesini tezgahlayan fahişeler olarak görüyor.”

Mahsa Amini’nin ölümü ardından patlak veren eylemlerden çok önce, ocak ayında yaptığı bir açıklamada ise “Başörtüsü takmayan kadınlar ve uçarı kişiler bilmelidir ki, halk onlardan nefret ediyor ve bu nefret, günahın yeryüzünde engellenmesi için ulvi bir sorumluluktur” demişti.

Keskin çıkışlarıyla bilinen milletvekili Mahmut Nabavian ise eylemcileri “IŞİD benzeri, yozlaşmış insanlar” şeklinde tarif etti ve “Suyun üzerindeki köpük gibiler ve ulusumuz tarafından silinecekler” dedi.

Devrim muhafızları bileşenlerinden Ammar Karargahı üyesi ve eski milletvekili Hamid Rasae ise ekim ayında basına konuştu ve eylem yapan kadınlar hakkında, “Sokakta başörtülerini sallayan bu azınlık ne arıyor zannediyorsunuz? [...] Özgürlük dedikleri şeyden tek beklentileri, her akşam başka biriyle yatmak ve çiftlik hayvanı gibi otlayarak gezmek” ifadelerini kullandı.

İKTİDARIN KRİZ YÖNETİM ŞEKLİ

Bu ve benzeri aşağılayıcı yorumları çeşitli devrim muhafızları, hükümet sözcüleri, televizyon yorumcuları ve idari yetkililerden duymak mümkün. Bütünüyle ele aldığımızda, iktidarın krizi yönetme stratejisini özetliyorlar: İnkar, görmezden gelme ve ciddiyetsizlik.

İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi aynı zamanda bir devrim muhafızı komutanı ve hem ABD’nin, hem AB’nin yaptırım listesinde yer alıyor. Kısa süre önce ortaya attığı iddiaya göre, eylemcilerin sayısı “en yoğun dönemde” bile 45 bin düzeyini geçmedi. Ayrıca ülkedeki 3,2 milyon öğrenciden yalnızca 18 bin kişinin eylemlere katıldığını öne sürdü.

Eylemlerin “önemsizliğinden” dem vuran hükümet yetkilileri ya da yardakçıları muhtemelen kendileri de biliyorlar ki, eleştirel düşünce kabiliyetine sahip hiç kimse bu laflara inanmıyor. Söyledikleri, İslam Cumhuriyeti sevdalıları arasında dahi olumlu bir etki yaratmıyor.

İnsan onuru ve eşitlik için barışçıl mücadele yürüten eylemcileri gayrimeşru göstermek adına küfüre başvurmak liderlerin ilk seçtikleri yöntem haline geldi. Devlet bu sayede halkın taleplerinin içeriğini ve niteliğini konuşmaktan kaçınsa da, aynı zamanda çaresizliğini dışa vurmuş oluyor.

Bu taktiklerden hiçbiri insanları sokağa çıkmaktan alıkoymadı, atılan sloganları susturmadı. Tam aksine, halk ve iktidar arasındaki mesafe her aşağılayıcı açıklama ile daha da genişliyor ve halkın öfkesi daha da hiddetleniyor.

İslam Cumhuriyeti öfkeli ve hırslı halk ile iletişim kurmayı bugüne kadar başaramadı. Halkı düşmanlaştırarak, her şeyin daha da kötüye gitmesini adeta garanti ediyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The New Arab

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
ABD medyası: İsrail, İran'a misilleme saldırısı başlattı Kavala ve Demirtaş şartı konmuştu: Bakan Fidan, Hollanda'ya gidiyor ABD, Filistin'in BM'ye tam üyeliğini veto etti Hollanda'dan ‘Gümrük Birliği’ için Kavala ve Demirtaş şartı Türkiye’de Köy Enstitüleri, Küba’da Lenin Lisesi