Geçmiş aslında bugüne uzak değil

Abdullah Ataşçı’nın son romanı Heder Ağacı, kötülüğün birey ve toplum üzerindeki etkilerinin tarihsel süreçte ortaya koyduğu sürekliliği ele alıyor. Yazar, “Kötülük her halükarda tarihi yeniden düzenler” diyor.

Erkin Can SEYHAN

Yazar Abdullah Ataşçı’nın son romanı Heder Ağacı, haziran ayında Everest Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Tarihsel bir anlamı olan ve II. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarından Birinci Dünya Savaşı’na uzanan kırılma dönemlerini ele alan roman, bireye ve topluma dair belli problemlerin her dönemde var olduğunu ele alırken dünya tarihinin bütününü ele alınca günümüzdeki algılara göre geride kaldığı kabul edilen dönemlerin aslında ne kadar yakın bir geçmişe ait olduğunu vurguluyor. Abdullah Ataşçı ile Heder Ağacı’nın anlattığı dönemi ve üzerinde durduğu değerleri konuştuk.

Kitabın geçtiği dönemi ‘insanların ölümü düşünmediği tek bir gün dahi olmayan’ bir dönem olarak tanımlıyorsunuz. Böyle bir dönemi edebî bir şekilde ele almak güçlü bir empati gerektirir. Siz yazar olarak o dönemi hissetmeyi nasıl başardınız?

Bana göre bir metnin yazım sürecindeki en zor dönem ‘zihinsel hazırlık’ dediğimiz dönem. Bu dönemi de kendi içinde parçalara ayırmak lazım elbette. Fikrin ortaya çıkışı, ardından bir konu hüviyetinde somutlaşması, hikâye kişilerinin -metin boyunca en çok görünenlerden söz ediyorum- ete kemiğe bürünüp bir kimliğe kavuşmaları, belki defalarca metni yazıp yazamayacağınızın gelgit hali, diyelim buna karar verdiniz; nasıl başlayacağınız, nasıl ilerleyeceğiniz, ihtiyaç duyacağınız kaynaklar, tanıklar, hatırlamalar, notlar, metnin taslağına kalemle ilk dokunuşunuz.

Heder Ağacı’nın zihinsel hazırlık dönemi diğer romanlarımdan çok daha uzun sürdü. Fikrin ortaya çıktığı yıl 2011’di. Zihinsel hazırlık nereden bakılırsa bakılsın on yıl kadar sürdü. Bu zaman dilimi; okuduğum pek çok kaynak, geçmişin tanıkları, önceki nesillerden dinlediklerini aktaranlarla konuşmalarla dolu dolu geçti. Konu hakkında ne kadar çok düşünürseniz ve elbette anlatacağınız olaylarla ilgili ne kadar çok şey dinleyip okursanız metninize o kadar çok inanmaya başlıyorsunuz. Yazar, metnindeki en küçük cümleye bile inanmıyorsa yazmaya kalkışmamalı asla.

Romanı yazarken şunu da asla unutmadım desem yeridir: Geçmişi anlatmakla aslında bugünü de anlatıyorum. Ayrıca gelecekle ilgili sözümün de olduğunu belirtmek istiyorum. Ve bir de anlattığım hikâyenin nerede geçerse geçsin dünyanın herhangi bir yerindeki insana inandırıcı gelmesi, onu da bir şekilde metne dâhil etmesi gerektiğini bilerek yol almaya çalışıyorum.

Kitap, “Kötülüğün tarihini kibir mi yazıyor?” sorusunu sorarken insanı bu bağlamda diğer canlılardan ayırıyor. Kitabın anlattığı dönem ve bugünü kıyaslayınca insanın kibri ve kötülüğü son bulmuş değil. Dünyada ciddi sosyolojik dönüşümler yaşanmasına rağmen olumsuz anlamdaki bu sürekliliği neye bağlıyorsunuz?

İlk insandan bu yana sanırım en çok üzerinde düşündüğümüz kavramlardan biri kötülük. Çünkü kötülük salt kötülük olarak karşımıza çıktığı gibi çoğu zaman acıma, merhamet, küçümseme, ayıplama, muhatap kabul etmeme, eleştirme, yüceltme, iyilik veya abartılı sevgi gösterileriyle de ortaya çıkar. Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme adlı kitabında iyiliğin çizgisel, kötülüğünse döngüsel biçimde olduğunu söyler. Bu döngü ister istemez farklı halkalardan müteşekkil bir zincirdir esasında ve tekrar edip durmasından dolayı asla değişime uğramaz. Sadece zincire bazen yeni halkalar eklenir. Zincirdeki bazı halkalar da yenilenir sıklıkla. Ama her halükârda kötülük hem bireylerin hem toplumların ve hem de devletlerin tarihini yeni baştan düzenler.

Heder Ağacı, acelesi olan insanın acınacak halde olmasından dem vuruyor. Bu telaşlı yaşam alışkanlığı insan ruhuna ne gibi zararlar veriyor?

Romanda acelesi olan insanların acınacak halde olduğunu söyleyen Ferman’dır. Ferman doğanın içerisinde, hayatın hayhuyundan uzak olduğu için böyle düşünmektedir. Günümüzde de biliyorsunuz hayatı yavaşlatmak için metropollerden doğaya giden ya da belki dönen insan sayısı hiç de az değildir.

Hızlı yaşamak farkında olmadan kirlenmektir aslında. Pek çok güzelliği fark etmemek, başkalarının düşüncelerinin derinliğine inememek, hissiyatını kaybetmek ya da zedelemek, kendine yeterince zaman ayıramamak bunun nedenleridir. Daha pek çok şey söylenebilir. İktidar olmak için çabalamak, iktidar olarak varlığını sürdürmek, daha fazla mal mülk sahibi olmak hızlı yaşayanlar içindir. Bunları elde etmiş insanların yaptıkları kötülüğün haddi hesabı yoktur. Sadece rakip olarak gördüklerine verdikleri zarardan söz etmiyorum. Kendilerine de büyük kötülükleri vardır bu kişilerin. Kapitalist düzende, taviz vermeden bir yere gelebilmek, orada kalabilmek hiç de kolay değil. Verilen her taviz, biraz daha hapsolmak, kişiliğinden ödün vermek, birilerine veya bir yerlere bağımlı olmak demektir. Aynı zamanda korkuyu da beraberinde getirir bu durum. Korkunun çevrelediği bir yerde her şeyden ve herkesten kuşku duyarak yaşamak insanın kendisine verdiği en büyük zarardır.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Yaşlı yoksulluğu patlaması yaşandı Para yoksa ‘huzur’ da yok İSKİ paylaştı: İstanbul'da barajların doluluk oranında son durum İSKİ paylaştı: İstanbul'da barajların doluluk oranında artış Uzaylıların gelişi