Hegel’in yanlış anlaşıldığını savunan Orkunoğlu, Hegel’in Gölgesi’ni ünlü filozofu ‘gericiliğin pençesinden kurtarma ruhuyla’ yazdığını söylüyor. Hegel’i ‘akılcılığı felsefesinin odak noktası haline getiren filozof’ diye tanımlıyor.

Hegel anlaşılmadı, özü devrimcidir
Fotoğraf: BirGün

Almanya’da yaşayan akademisyen yazar Yener Orkunoğlu kısa bir süre önce yayımlanan kitabı “Hegel’in Gölgesi/Bakunin’den Adorno’ya” ile Marksist felsefenin oluşumunda büyük etkisi olan Alman filozof Hegel’i “özgürlüğü ve akılcılığı felsefesinin odak noktası haline getiren bir filozof“ olarak tanımlıyor. Uzun yıllardır Darmstadt Teknik Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği bölümünde öğretim üyesi olarak çalışan Orkunoğlu, felsefe, tarih ve ekonomi-politik konularındaki yayınlarıyla biliniyor. Hegel’in (Georg Wilhelm Friedrich Hegel, 1770-1831) sadece Türkiye’de değil, tüm dünya solunda yanlış anlaşıldığını savunuyor. Orkunoğlu ile Hegel kitabını konuştuk.

Hegel’in günümüz için hâlâ önemli bir filozof olduğunu vurguluyorsunuz. Hegel’in önemi ve değeri nereden geliyor?

Hegel felsefesinin önemini ortaya koymak için, yüzlerce kitap yayımlandı, yani çok kapsamlı bir konu bu. Bu nedenle, sadece birkaç noktaya değinmekle yetineceğim. Birincisi, özgürlük ve akılcılık ilkelerini, felsefesinin merkezine koyması nedeniyle Hegel felsefesi değerli ve önemlidir. Hegel’i okuduğunuzda özgürlük ile akılcılığın,birbirini besleyen iki olgu olduğunu görürsünüz. Ona göre, bütünsel olarak anlaşılmış akılcılık özgürlüğe, özgürlük de akılcılığa götürür. Bu ikisi birbirini destekler.

Hegel’in vurguladığı gibi, Kant’ın felsefesi, Fransız Devrimi’nin Alman teorisidir. Fransız Devrimi’nin özgürlük ve akılcılık ilkelerini felsefi olarak temellendiren Alman İdealizmi, Hegel felsefesinde zirveye ulaşmıştır. Hegel, ömrünün sonuna kadar Fransız Devrimi’nin özgürlük idealine sadık kaldı.

Georg Wilhelm Friedrich HegelGeorg Wilhelm Friedrich Hegel

İkincisi, Hegel evreni ve tarihi, esas olarak sürekli bir gelişim içerisinde ele alan ve kavramlarını da buna göre yapılandıran bir filozof. Dolayısıyla onun geliştirdiği tarih anlayışı, dingin, sabit ve katı kavramlara dayanmaz. Hegel konusunda vurgulamak istediğim üçüncü nokta, onun doğa ve toplumdaki gelişme arasında ayrım yapmasıdır. Bir başka deyişle, doğadaki diyalektik ile toplumdaki diyalektik arasındaki farka dikkat çekmesidir. Bunu şunun için vurguluyorum: Hegel diyalektiğinin, Marksistlerin çoğunluğu tarafında anlaşılmadığını düşünüyorum. Örneğin Engels, diyalektiğin yasalarının hem doğa, hem toplum ve hem düşünce için geçerli olduğunu ileri sürerken, doğa ve toplum diyalektiği arasında ayrım yapmaz. 200 yıldır kafalarda egemenlik kurmuş olan, materyalizm-idealizm gibi yanlış kutuplaşmaktan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Hatta çok geç bile kalındı.

Hegel konusundaki önyargılar nereden geliyor?

Kitabımda bu konuya çok geniş yer verdim. Hegel, hem 19. hem de 20. yüzyılda eleştirilere, suçlamalara ve iftiralara maruz kaldı. Felsefe tarihinde, Hegel felsefesi kadar birbirinden çok farklı, hatta karşıt yorumlanan ve yanlış anlaşılan bir öğretiye az rastlanır. Eleştirisiz övgülere ve ölçüsüz eleştirilere maruz kalan Hegel’in yanlış anlaşılmasının ve karalanmasının birçok nedeni var elbette. Teolojik bir terminoloji, karmaşık bir üslup ve alışılmış olan mantığın dışında yeni bir mantık geliştirmesi gibi faktörler de, bu yanlış anlaşılmalarda önemli rol oynadı ve hâlâ da oynamakta.

Hem restorasyon döneminin (1815-1830) gerici düşünürleri hem daha sonraki dönemdeki liberaller, Hegel’e eleştiriler ve suçlamalar yönelttiler. Gerici ve dinci düşünürler, en çok Hegel’in aklı merkeze koyan görüşünü eleştiri yağmuruna tuttular. Kimileri, Hegel’in politik felsefesine saldırılar yönelttiler. Muhafazakâr ve gerici düşünürler açısından Hegel’in temel politik düşüncesi, monarşi kılığına girmiş bir cumhuriyettir ve dolayısıyla Prusya Devlet Prensibi ile bağdaşamayacak yıkıcı bir düşüncedir. Almanya’da nasyonalist- liberaller, Hegel hakkında olumsuz yargılara sahiptiler. Bu olumsuz yaklaşım esas olarak Hegel’in “Akılcı olan gerçek, gerçek olan akılcıdır” cümlesine dayanmaktadır. Bu cümleyi, Prusya Devleti’ni meşrulaştıran bir cümle olarak yorumladılar. Fakat aynı liberaller, Hegel felsefesindeki akılcı yaklaşıma ve verili gerçekliği aşmayı öngören diyalektiğe karşı durdular. 20. yüzyılda da Hegel’i ikinci kaynaklardan okuyan Karl Poper, Hegel felsefesine haksız bir eleştiri yöneltir ve Hegel’in ‘bütünlük’ anlayışını yanlış anlayarak, totaliter sisteme zemin hazırlayan bir anlayış olarak eleştirir.

Hegel, insanlık tarihinde ilk ışığın Doğu’dan yükseldiğini ileri sürüyor. Neyi kastediyor?

Hegel, doğaya bağımlılıktan kurtulan ilk düşüncenin Doğu’da ortaya çıktığını ileri sürdü. Dünyada Tinsel Tarihini, Doğu Dünyası ile başlatan Hegel, özellikle Perslerdeki düşünsel atılıma; yani ışık-karanlık, iyi-kötü ikilemiyle düşünmeye başlayan Zerdüştlük öğretisine dikkat çekiyor. Bu düşünsel atılımı doğadan kısmen bağımsız hale gelen Tinin ilk kıvılcımı olarak görüyor. Çünkü insan, böylelikle iyi ve kötü arasında ayrım yapma özgürlüğüne kavuşmuş oluyor. Belli bir özgürlüğü kazanan insan düşüncesi, iyi-kötü ayrımının temelinde kararlar vermeye başlamıştır. Ancak Perslerde henüz bireysellik ve düşünsel dini pratikler gelişmemiştir.

hegel-anlasilmadi-ozu-devrimcidir-1067613-1.

Hegel‘in Türkler konusunda ilginç görüşleri olduğunu belirtmiştiniz.

Hatırladığım kadarıyla Hegel, bir iki yerde Türkler ve İslam üzerinde de değerlendirmeler yapmıştır. Hegel açısından bir halkın karakter ve düşünce yapısı, doğal coğrafi şartlar tarafından koşullandırılır. Ancak “doğa koşulları, coğrafya, fazla abartılmamalı, ama küçümsenmemelidir de.” Ilıman İyona (İzmir ve çevresi) coğrafyasında Yunanlar, Homer gibi bir şair yetiştirdi, ancak "Coğrafya tek başına her zaman Homer’ler yetiştiremez" diyor Hegel. Örneğin; aynı coğrafi bölgede yaşayan Türklerin Homer gibi şairler yetiştiremediğine dikkat çekiyor. Hegel açısından, Türklerde öznel irade tamamen dizginsiz, disiplinsiz; zapt edilemez haldedir. Hegel, şunu ima ediyor: Genel olarak Türkler, genel ve tümel olana eğilim gösterseler bile, onların genellik (Allgemeinheit) anlayışı, soyut ve organik olmayan mekanik bir şeydir, tümüyle fanatik, yasalara ve akılcı olan bir etik yaşama karşı yıkıcıdır. Hegel, İslam dininde bireyselliğin, özgürlüğün ve dolayısıyla görsel sanatın neden gelişmediğini açıklarken, Türklerde hukuk düşüncesinin geri kalmasının, keyfiliğin egemen olmasının nereden kaynaklandığını göstermeye çalışıyor. Akılcılığın gelişmemiş olması nedeniyle felsefi düşüncenin de Türklerde geri kaldığına dikkat çekiyor.

Hegel Alman milliyetçiliği konusunda bize ne söylüyor?

Hegel’in tarih felsefesi, dünya coğrafyasını temel alan bir analize dayanıyor. Yani Hegel’in yeni tarih anlayışının özgünlüğü şöyle ifade edilebilir: Hegel, öncelikle bütünsel dünya tarihini temel alıyor. Bir başka deyişle, halkların ve ulusların tarihini, dünya tarihinin birer unsuru olarak ele alıyor. Dolayısıyla ‘Türklerin Tarihi’, ‘Almanların Tarihi’ gibi ulusların tarihiyle ilgilenmez. Onu ilgilendiren Ussal (Akılsal) sıçramalar yaratmış halkların tarihidir. Zaten tek tek ‘ulusların tarihi’ dünya tarihi açısından ele alınmazsa yetersizdir, bütünüyle açıklayıcı değildir. Onun görüşünü şu örnekle açıklamaya çalışalım. Örneğin Amerika’nın tarihi, Avrupa’nın sömürgecilik tarihinden ve Afrikalıların köle pazarında satılması nedeniyle Afrika’nın tarihinden bağımsız ele alınamaz. Milliyetçilerin savunduğu ve kutsadığı Deutschtum (Almanlık), Hegel’in alaycı eleştirisinin konusu oldu. Milliyetçileri Deutschdumm (Alman Aptalı) olarak nitelendirdi. Almanya’da yaygın olan Fransız ve Yahudi düşmanlığına karşı Hegel şöyle der: “İnsan, insan olduğu için değerlidir, Yahudi, Alman, Katolik, Protestan, İtalyan, vb. olduğu için değil. Bu fikri savunan bilinç, muazzam bir öneme sahiptir.”