İlhan İrem’in ardından

1983 yılı. Ses Dergisi’nde foto muhabirliği yapıyorum. O zamanki müdürümüz Tuna Serim bizlerden bir fotoroman çekmemizi istedi. Fotoromanı, fotoğrafhane şefimiz ve teknik müdürümüz Osman Altınçekiç yönetecek yakınlarda kaybettiğimiz çok değerli gazeteci arkadaşım Yüksel Şengül senaryoyu yazacak ben de fotoğrafları çekecektim.

Hiç unutmuyorum o zamanki maaşım bin 533 ( sanki tarihi bir olay gibi) yazıyla da yazayım bin beş yüz otuz üç lira. Fotoromanın prodüksiyonu için ayrılan bütçe ise 15 bin lira. Hiç boşuna hesaplamayın maaşım ve fotoromana ayrılan bütçe, o yıllarda da çok komik bir paraydı. Ama fotoroman çekmek prestijli bir işti 80’lerde. Başrollerde İlhan İrem ve Pembe Mutlu oynayacaktı. İlhan’ın o aralar yeni plağı “Pencere” çıkmıştı. İçinde çok güzel şarkılar olan plaklarından biri. O şarkılardan birinin adı da Sevecen idi ve fotoroman da o adı taşıyacaktı.

Bizim fotoromanla ilgili görüşlerini almak için Cağaloğlu’ndan İlhan İrem’in Yeniköy’deki evine gitmemiz yaklaşık 35 dakika sürmüştü. İlhan bizi her zamanki sevecenliğiyle sanki 40 yıllık dostuymuşuz gibi karşılamıştı.

Biraz muhabbetten sonra konu senaryoyla ilgili fikirlerine gelince öyle kalakalmıştık.

Zira fotoromanın ilk karesi için kafasındaki düşünce denizde piyano çalan bir adamın görüntüsüydü. O yıllar böyle dijital bir dünya yok tabii ki. Biz Yüksel ile birbirimize bakarken sevgili Osman ise heyecanla bu fikri destekliyordu. Biz dergimizi de zor durumda bırakmamak için aldığımız prodüksiyon bütçesinden söz etmiyorduk ama bizi de heyecanlandırmıştı bu düşünce. Çekim günü İlhan’ın evinden piyanoyu bir skoda kamyonete yükledik. Kilyos’a götürdük. Kumlarda tüm ekip dakikalarca piyanoyu taşıdık ve denizin içine yerleştirdik. Sis makinemiz de yok. Bir yangın söndürme aletinin yardımıyla sise benzer bir görüntü de yakalamıştık. Fotoromanın yayınlandığı o sayı hepimiz için gurur kaynağı olmuştu. Ama ne yazık ki okuyucularımızın birçoğu böyle bir şeyin gerçek olamayacağını düşünerek o görüntüleri fotomontaj sanmıştı. Olsun… Biz de bir güzellik yapıp denize atmıştık.

İlhan İrem ile ilk tanışmamız bu sayede olmuştu. Sonrasında çok iyi arkadaş olduk.

Zaten şarkıları ve o duygusal sesi ilk gençliğimin yol arkadaşlarıydı. İlhan o kadar pozitif biriydi ki beraber olduğumuz her ortamda o pozitif enerjisinin sayesinde ego, gerginlik, karamsarlık, dedikodu hep bizden uzak dururdu.

İlk dönemlerindeki milyonların severek dinlediği pop şarkılarından sonra müzikte evrenselliğin yolunun yöresellikten geçtiğini hissetmişti. Ve 80’li yıllarda yaptığı “Pencere-Köprü-Ve Ötesi” üçlemesi ile zihnin sınırlarını zorlayan, yaşamı sorgulayan, dünyanın sevgi ve barışla huzur bulacağını anlatan şarkılar kendisine yepyeni bir dinleyici kitlesi kazandırdı. İlhan İrem bu yıllarda müzikal üretimini sürdürürken kendi ifadesiyle “içtenliksiz, soluk, günü yaşayan ve anlamsız kalabalıklar olduğuna karar verdiği insanlardan” ve “ürettiklerinden çok şekillerle ilgilenen popüler kültürden” uzaklaştı. 1988 yılına kadar sürecek gönüllü bir inziva için Tarabya’daki evine kapandı. İlhan İrem son albümlerinde belki onlarca sene sonrasının müziğini yapmaya çalıştı ama karşısında dinleyici olarak yüzlerce yıl geri bırakılmaları sağlanan sanattan uzak, hoşgörü yerine kutuplaşmayı, uzlaşma yerine kavgayı seçen bir kitle vardı. Düşüncelerini ve inandıklarını sadece şarkılarıyla değil, resimlerle, kitaplarla hatta video kliplerle de anlatmaya çalıştı. Hiç bağırmadan, çağırmadan ve karşılık beklemeden… İlhan İrem’in mistizmi, hümanizmi ve popüler kültürden uzak bir hayat tarzında ısrarcı olması onunla aynı düşünceleri paylaşan binlerce insan ile ortak bir bağ kurmasını sağladı.

ŞARKILARLA VEDA

Vasiyeti üzerine Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’nde yapılan törende kendilerini sevecen olarak tanımlayan çok sayıda genç, İlhan’ın sloganlaşmış sözlerini taşıyan tişörtleriyle bu anlamlı törene bambaşka bir hava kattılar.

AKM’deki tören bu güne kadar gördüğüm en farklı anma töreniydi. Balkon dâhil tüm salonu solduran müzikseverler İlhan İrem’in Türk Bayrağı’na sarılı naaşı salona girer girmez, onun şarkılarını törene yakışan bir saygı içerisinde çok alçak perdeden söylediler. Ve İlhan son kez AKM’nin sahnesine çıktığında dakikalarca süren bir alkış sağanağı başladı. Yirmi dakikaya yaklaşan bu alkışların susmaması üzerine anma programına geçebilmek için salonun ışıklarını kararttılar. O kadar duygulu bir andı ki anlatamam. Türkiye’nin neredeyse bilinen bütün müzik yazarları Murat Meriç’ten

Yavuz Hakan Tok’a, Güven Erkin Erkal’dan Murat Beşer’e kadar mesleğe yıllarını vermiş isimler İlhan İrem ile ilgili birer konuşma yaptılar. Programın sunucusu ve de İlhan İrem’in çok yakın dostu, yine müziğe yıllarını vermiş radyo-televizyon yapımcı ve sunucusu Erhan Konuk da bu çok zor görevi elinde mendili, sürekli gözyaşlarını silerek sürdürdü. Gerçekten de çok özel bir ismi kaybettik. Onun boşluğunu doldurmak pek mümkün değil.

Onun bir video klibinde birkaç saniye görünen bir notla uğurlayalım bu özgür ruhu: “Eğer birilerini seversen bırak gitsinler.” Işık ve sevgiyle…