Toplumun ve insanın çelişkileri üstüne kurduğu devrimci tiyatro anlayışı ile sanat dünyasına yeni ufuklar açan büyük ustayı 66 yıl önce bugün yitirmiştik.

Sahnede diyalektik: Bertolt Brecht

Sanat dünyasına adım atan her bireyin yolunu aydınlatan yazarlar, düşünürler olmuştur mutlaka. Benim de, ODTÜ’deki öğrencilik yıllarımdan bu yana hayranlıkla izlediğim, usta olarak benimsediğim yazarlar vardı. Nâzım Hikmet ve Bertolt Brecht bu isimlerin başında yer alıyordu. İkisi de Marksist öğretiye gönülden bağlı bu yazarların yapıtlarına yansıyan diyalektik bakış açısı dünya görüşümün şekillenmesinde rol alıyordu hiç kuşkusuz.

Bertolt Brecht’in tiyatro dünyasına getirdiği devrimci anlayışla tanışmamda okuduklarım kadar rastlantıların da rol oynadığını düşünüyorum şimdi.

Okulu bitirdiğimde, kendimi Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sahnesinde “III. Reich’ın Korku ve Sefaleti” oyununun (Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti adıyla sahnelenmişti) sahne ve giysi tasarımını yaparken bulmasaydım, belki de Brecht sevgim bu denli yoğun olmayacaktı. Oyunu, ülkemizde Brecht’i en iyi tanıyan yazar ve yönetmenlerden biri olan Yılmaz Onay yönetiyordu. Şaşırtıcı bir buluşmaydı benim için, çünkü Brecht’in dekor anlayışı üstüne hiçbir şey okumamış olmama karşın, yönetmenin beklentileri ile örtüşen bir tasarım yapmaya çalışıyordum.

26 Mart 1972’de perdesini açan oyun, beş kez kapalı gişe sergilendikten sonra, 12 Mart darbesi sıkıyönetiminin hışmına uğramış, “halkı tahrik ettiği” gerekçesiyle tiyatro süresiz olarak kapatılmıştı. Oyun, iki yıl sonra, 1973-74 sezonunda bir kez daha sahnelenirken, bu kez farklı bir sahne tasarımı yapmıştım. Sıkıyönetimle maceralarımızı anlatmaya kalksam sayfalar yetmez. Rutkay Aziz’in yönettiği Brecht’in “Jeanne d’Arc’ın Yargılanması” oyunu da sıkıyönetimce daha seyirci ile buluşmadan, genel provada yasaklanıvermişti. Kuşkusuz Brecht’e olan saygımın ve sevgimin pekişmesinde, farklı sahnelerde oyunlarını izlediğim Genco Erkal, Mehmet Ulusoy, Ali Taygun, Yücel Erten gibi başka ustaların da katkısı oldu. Ama, ikisinin yeri farklıdır bende: biri, Vasıf Öngören, diğeri Başar Sabuncu. AST’da Vasıf’la yazıp-yönettiği “Oyun Nasıl Oynanmalı”, Başar’la Çağdaş Sahne’de “Puntila Ağa ile Uşağı Matti” (Başar oyunu “İşçi Babası Ömer Ağa ile Şoförü Recep” adıyla uyarlamıştı) ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “Şvayk 2. Dünya Savaşında” oyunlarında çalıştık. Brecht tiyatrosu üstüne bu İki yazar-yönetmenden çok şey öğrendim.

EPİK’TEN DİYALEKTİK’E

Bertolt Brecht, oyun yazarı, dramaturg, yönetmen kimliklerinin ötesinde kuramcı olarak 20. yüzyıl tiyatro tarihine damgasını vurmuş bir sanatçıydı. Önceleri, tıp eğitimi görmüş, gezici bir askeri hastanede çalışırken savaşın dehşetine tanık olmuştu. Edebiyata çocukluğundan beri meraklı olan Bertolt tiyatro eleştirileri yazıyor, Marksist öğretiye ilgi duyuyordu. 1918’de yazdığı ilk oyunu “Baal”de dışavurumcu etkiler belirgindi. İkinci oyunu “Gecede Trampetler”de yozlaşmış bir burjuvanın öyküsünü anlatırken, plastik kostüm ve makyajlar kullanarak seyircinin oyundaki karakterlerle özdeşleşmesini önlemeyi amaçladı. Zaten tiyatronun girişine “Burası bir tiyatro sahnesi, sizler de izleyicilersiniz” yazmıştı. Sonraki yıllarda ortaya koyacağı ‘yabancılaştırma’ efektleri daha o günlerde tiyatro sahnesine çıkıyordu.

Brecht’in sanat anlayışının şekillenmesinde Karl Valentin ve Erwin Piscator’la kurduğu dostluklar önemli bir rol oynadı. Valentin’in mizah duygusu ve Piscator’un politik tiyatrosunun Brecht’in sonraki yıllarda kuramını oluşturduğu ‘epik tiyatro’nun temellerini oluşturduğu söylenebilir. Berlin’e yerleşen ve Max Reinhard’ın yanında yardımcı yönetmenlik yapan Brecht’in farklı yazarlardan yaptığı uyarlamalar epeyce fazladır. İlk örnekleri, Marlowe’dan yaptığı serbest uyarlama “İngiliz Kralı 2. Edward’ın Yaşamı” (bu oyunda bölüm başlıkları kullanarak, seyircinin hikâyenin sonuna değil gelişimine odaklanmasını sağlıyordu) ve Piscator’la birlikte Haşek’ten uyarladıkları “Aslan Asker Şvayk”tır.

Piscator’la yaptığı işbirliği sonucu yazdığı “Adam Adamdır”la tiyatroda yeni bir çağın kapısı aralanıyordu. Sistemin bireyler üzerindeki etkisini, bireyin ‘sürüye katılma’ serüvenini konu alan yazar, ardından ‘epik tiyatro’ denince ilk akla gelen oyunlardan “Üç Kuruşluk Opera”yı yazdı (1928). Oyunun müziklerini yapan Kurt Weill ve dekoratör Caspar Neher o günden sonra en yakın çalışma arkadaşları oldu. Brecht bu oyunda bir başka yapıttan, John Gay’in “Dilenciler Operası”ndan esinlenmişti. Tabi ki, ilk kez 1728’de sahnelenen oyunu kendi dönemine uyarlayarak… Kapitalist sistemin sömürü mekanizmasını gözler önüne seren “Üç Kuruşluk Opera”nın ülkemizde ilk kez Genco Erkal tarafından sahnelendiğinde nasıl coşkuyla alkışlandığını anımsarım…

“Üç Kuruşluk Opera”nın ardından “Evet diyenle Hayır diyen”, “Kuralla Kural Dışı”, “Ana”, “Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü” oyunlarını yazan Brecht’in Aristocu ‘katharsis’i reddeden, seyirciyi düşündürmeye, uyandırmaya yönelik ‘yabancılaştırma’ ögeleri ile donattığı epik oyunlarının sayısı zaman içinde 48’e ulaşır. Ama, giderek ‘epik tiyatro’ kavramının yetersiz kaldığını düşünmeye başlar; diyalektik tiyatro kavramını geliştirir.

SÜRGÜNDE BİR YAZAR

Brecht, Nazilerin tırmanışa geçtiği 1930’lu yıllarda artık Almanya’da yaşayamayacağını anlamıştı. Oyun yasaklarının art arda gelmesi, kitaplarının Berlin Operası önünde yakılması bardağı taşıran son damla olur; ülkesinden ayrılarak Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşamaya başlar. “Carrar Ana’nın Silahları”nı, “Galile’nin Yaşamı”nı yazar. Almanya’da iken Shakespeare’in “Kısasa Kısas” oyunundan uyarladığı, halkı iki kesime ayrıştıran bir dükü anlatan oyunu Danimarka’da sergilenir. “Yuvarlak Kafalılarla Sivri Kafalılar” ilk antifaşist oyunudur. Ardından, 1935’de “III. Reich’ın Korku ve Sefaleti” gelir. Alman ordusu Danimarka’yı işgal ettiğinde İsveç’e geçer; orada “Cesaret Ana ve Çocukları”nı ve “Lukullus’un Gözdesi” adlı bir radyo oyunu yazar. “Lukullus’un Gözdesi”nde Hitler’i anlatmış olmasına karşın Stalin’i de kastetmiş olabileceği kaygısıyla komünistlerden olumsuz eleştiriler alır. Bu oyun yıllar sonra Jean-Marie Straub tarafından sinemaya uyarlanmıştır.

Katıksız bir Marksist olmasına karşın Partili olmayan Brecht, İsveç’ten Finlandiya’ya geçer, orada “Puntila Ağa ile Uşağı Matti”yi yazar. 1941 yılında Amerika’ya göç eder. Orada “Şvayk İkinci Dünya Savaşında” ve “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyunlarını yazar. 1947’de ‘Amerika Aleyhtarı Faaliyetleri Soruşturma Komisyonu’ tarafından komünistlikle suçlanması üzerine bu ülkeyi de terk eder ve önce İsviçre’ye, oradan Doğu Berlin’e geçer. Son eşi Helena Weigel ile birlikte Berliner Ensemble’ı kuran, orada yazdığı “Komün Günleri”ni sergileyen Bertolt Brecht yaşamının sonuna dek bu tiyatroda çalışmayı sürdürür.

Almanya’da iken (1932 yılında), Bulgar asıllı Alman sinemacı Slatan Dudow’un yönettiği “Kuhle Wampe ya da Dünya Kime Ait?” filminin senaryosunu yazan Brecht (doğal olarak Nazi sansürünce yasaklanmış), Amerika’da bir başka Alman sanatçı, Fritz Lang için bir senaryo yazar. 1943 yılında, yani savaş devam ederken çekilen ve Çekoslovakya’da Nazi işgal ordusu komutanı, ‘Reich Koruyucusu’ Heydrich’in öldürülmesinin ardından yaşanan Nazi terörüne karşı Çek halkının direnişini anlatan “Cellatlar da Ölür”ün pek ilgi görmemesi üzerine kendini oyunlarına verir. Son oyunlarında ‘diyalektik tiyatro’ anlayışının en güzel örneklerini verir. “Galile”yi ilk yazdığında dinsel baskılara direnen bilim insanını öven yazar, savaş sonrası, bilim insanını yüceltmek yerine suçlayan bir bakış açısıyla yeniden kaleme alır oyunu. Sanatçının sorumluluğu üstüne bir yorum içeren oyun ‘diyalektik tiyatro’ anlayışının başyapıtıdır.

Günümüz dünya tiyatrosunun büyük yönetmenleri, Peter Stein’dan Robert Wilson’a sayısız usta, özgün Brecht yorumları ile seyirci karşısına çıktılar. Ülkemizde, Haldun Taner, Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, Sermet Çağan, Ferhan Şensoy gibi usta yazarlar Brecht’in tiyatro kuramından yararlanarak önemli yapıtlara imza attılar. Brecht’in kuramı, yalnızca tiyatro yazını ve rejisi üzerinde değil, sinema sanatı üzerinde de çok etkili oldu. Jean-Luc Godard’dan Lars von Trier’e nice ustada izlerini bulmak olası… Yazımızı bitirirken, Brecht ustaya “Üç Kuruşluk Opera”dan birkaç dizeyle şapka çıkaralım: “Vatan millet, / hep palavra / savaşlara bahane / bu düzende tek kural var / artmalı hep sermaye.”
Brecht ustanın dediği gibi "Umudumuz çalişkilerimizde yatıyor”.