Sanat dijitalleşir mi?

Yöneticilere veya üst düzey yetkililere verilen eğitimlerde, değişime karşı durma hususunda ders olarak anlatılan Kodak’ın 2012’deki iflası konusu vardır. Değişen dünyaya uyum sağlayabilme örneklerdendir.

Tolga MIRMIRIK

Önceki haftalardaki yazılarda yapay zekânın genelde olumsuzluklarından bahsedip bizlerin hayatını ne kadar kötü yönde etkileyebileceğini, toplu yok oluşa sürükleyebileceğini, var olan yüksek stres seviyemizi daha da arttırıp sağlık sorunlarımıza yenilerini katabileceğini belirtmiştik.

Konu uzmanı bilim insanlarının çalışmaları ve YZ araştırmalarına milyonlarca dolar yatırım yapan büyük firmaların belli bir etik çerçevesinde ve uluslararası geçerli ciddi yaptırımlar ile kontrol altında tutabilmeleri ile öngörülen bazı tehditler ertelenebilecektir görüşü hâkim. Endişe alanlarından birçoğu, insan yaşamına birebir müdahale eden sağlık, hukuk, suç ve adalet konularında olsa da şimdiden farklı ciddi etkileri de görülmeye başlamış durumda.

YZ’nin sanat üretebileceğine veya YZ ve sanat konularındaki tartışmalara bu kadar erken başlayabileceğimize bundan 5 yıl kadar önce pek inanmıyordum. Genelde bu tartışmalar daha çok akademik çevrede yapılıyordu. Yazılım ve elektroniğin sanat kavramına ilk müdahalesi ve benim dönemimde hatırlayabildiğim ilk tartışması dijital fotoğraf makineleri ile analog fotoğraf makineleri arasındaki itişmelerdi. İlk zamanlarda dijital fotoğraf makineleri ile yapılan fotoğraf çekimlerinin daha sonrasında da hayatımızda en önemli yerlerden birisini kaplayan akıllı telefonlarımızın yüksek kalitede ve analoglara göre çok da ayar gerektirmeden oldukça iyi çekimler yapabilmesi, fotoğraf sanatçılarından kimileri tarafından “bu sanat değil” perspektifinden ele alınıyor, küçümseniyordu. Bu görüşe şimdiki zamanlarda da ara ara rastlıyoruz.

Değişime Direniş

Firma yöneticilerine veya üst düzey yetkililere verilen eğitimlerde, değişime karşı durma konusunda ders olsun diye sık sık anlatılan Kodak firmasının 2012’deki iflası konusu vardır. Dijitalleşme ve değişen dünyaya hızlı uyum sağlayabilme ile ilgili ünlü örneklerdendir. Anlatılanlara ve firma tarihine bakıldığında, 1889’da kurulan firma 1976’da neredeyse tüm rakiplerini piyasadan silecek güce ulaşmış ve kamera piyasasında %85, filmlerde de %90 pazar paylarına ulaşmıştı. ‘80’lerin ikinci yarısından itibaren gelişme gösteren ve hızla yayılan dijital fotoğraf makinelerine sırtını dönmüş, değişen dünyaya uyum sağlamakta gecikmiş ve pazar payı da gitgide düşmüştü (ilk dijital kamerasını 1991’de çıkardı). Sonraki yıllarda dijital ürünlere yönelim olsa da istediği gibi devam edemedi ve 2012’de iflasını açıkladı.

İlk elde taşınabilen dijital kamerayı bulan kişiye baktığınızda ise pek de duyulmayan ilginç bir durum ile karşılaşıyoruz. İlk taşınabilir dijital kamera 100x100 piksel çözünürlüğe sahip (0.01 megapiksel), 3.6kg ağırlıkta, siyah beyaz bir fotoyu teyp kasetine 20-25 saniyede çeken cihazdı. Patent sahipliği de Steven Sasson’a aitti. Tahmin edin Steven Sasson nerede çalışıyordu? Evet, Kodak! Şimdiki dijital kameralarda da kullanılan altyapıyı dünyaya kazandıran bir kişiydi kendisi. Kodak'tan alınan doğru dersler hemen göze çarpmayan nitelikte. Şirketler genellikle endüstrilerini etkileyen yıkıcı güçleri görürler. Gelişmekte olan pazarlara katılmak için sıklıkla yeterli kaynakları yönlendirirler. Başarısızlıkları genellikle, yıkıcı değişimin yol açtığı yeni iş modellerini gerçekten kucaklayamamalarıdır. Kodak aslında bir dijital fotoğraf makinesi yarattı, teknolojiye yatırım yaptı ve hatta fotoğrafların çevrimiçi olarak paylaşılacağını anladı (2001 yılında Ofoto isimli fotoğraf paylaşım sitesini aldı). Başarısız oldukları nokta, çevrimiçi fotoğraf paylaşımının yalnızca baskı işini genişletmenin bir yolu değil, yeni iş alanı olduğunu fark etmemeleriydi.

Herkes Fotoğraf Sanatçısı (mı?)

Dijital kameraların yerini sarsan ve son kullanıcılarda etkisini gösteren diğer adım da bahsettiğimiz akıllı telefonlar ile geldi. 2009 yılı sonrası piyasanın hâkimi oldu tüm akıllı telefonlar. Şimdilerde de gelişen teknoloji sayesinde yeni bir tehdit var özellikle dijital sanat ile uğraşanlar arasında. Yapay zekâ üretimi dijital resimler. Bu sayfanın da yazarlarından Sn. Prof. Dr. Doğan Kökdemir’in çok başarılı örneklerini yaptığı çalışmalar, bir insanın yaptıklarından ayırt edilemeyecek düzeyde. Sanatçılar arasındaki tartışma bunun sanat olup olmamasından ziyade, telif hakları konusunda yoğunlaşmış durumda. YZ’nin en basit çalışma mantığında milyonlarca veriyi tarayıp, öğrenme süreci sonrası öğrendiklerinden bir şey üretme olduğu için sanatçılar da kendi yapıtlarının bu öğrenme sürecinde telifsiz olarak kullanılmasından haklı olarak rahatsızlık duyuyorlar. YZ üretimi eserlerdeki telif hakları, tıpkı otonom araçların yaptığı kazalardaki mesuliyet ve sigorta konusu gibi uzun süre daha çözümsüz kalacak gibi.

Henüz varoluşsal risk / insanlığın yok oluşu gibi tehditlere gelmeden bile YZ’nin hayatlarımıza etkisi oldukça akıl yorucu konuları sorgulatmaya başladı bile.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Çocuğun bulduğu fosil 202 milyon yaşındaymış Dünyada yaşam nasıl başladı: Genç bilim insanı Furkan Öztürk’ten ‘çığır açıcı keşif’ Araştırma: Bazı bakteriler vampir gibi Hasta eden virüsler ve karmaşık ilişkiler Higgs’in ardından