Sosyal medya üzerinden gerçekleşen tüm linç girişim ve eylemleri sosyo-politik bir eksende ele alınmalı ve “ben ve öteki” kurgusu erk sahipleriyle kurulan özdeşim ve güç temalarına odaklanılmalıdır

Sosyal medyadaki ‘linç kültürü’nün kökeni

Nesli Albayrak Zağlı - Psikolog

“Bunu nasıl yapabilirler nasıl? Bilmiyorum yaptılar.Daha önce de yaptılar ve bu gece yaptılar. Yine yapacaklar...”. İşte Bülbülü Öldürmek romanındaki gibi kalabalıkların öfkesi bazı zaman bir grubun bazı zaman da bir tek kişinin üstünde patlıyor. En basit haliyle yaralayan, örseleyen ve öldüren bir öfke. Bazen tamamen aniden ve dürtüsel, bazen hedef bile rastgele...Ama her koşulda sarsan ve sallayan. İnsanlık tarihinde linç kadar dışarıdan bakanı bile çaresiz hissettiren,insanlığından utandıran, tüm adalet inancını sarsan az olay vardır.

Son yıllarda “linç” denen olgunun kapsamı genişlemiş ve kavram bir temas ve fiziksel yok etme kastı olmadan gerçekleşen sosyal agresyonu da tanımlar hale gelmiştir. Sosyal agresyon dediğimizde daha çok dolaylı ve ilişkisel bir kavramdan bahsediyoruz. Bu noktada agresyonu yönelten kişi hedef aldığı diğer kişiyi öldürmeyi değil aşağılamayı, küçük düşürmeyi ve karalamayı arzular. Bu sembolik şiddet bir çeşit manipülasyon sürecidir. Temelde amaçlanan kendinden farklı olan ötekini cezalandırmaktır. Bu farklılık dil, din, cinsel kimlik, sosyo ekonomik seviye düzeyinde olabilir. Sosyal psikoloji farklılıklara yönelik tahammülsüzlük ve cezalandırma arzusunu sosyo-politik tutumlar kuramıyla açıklamaktadır. Bu kurama göre toplum içinde oluşmuş gruplar sosyal anlamda bir baskınlık kurma güdüsüyle hareket ederler. Bunun temelinde grupların bir hiyerarşi içinde tabakalanması ve grup büyüklüğü dahil bir çok etmen nedeniyle baskın grup olmayı arzulaması vardır. Çünkü gruplar düzeyinde güç farklılıkları olması kuvvetle muhtemeldir. Özellikle sağ tandanslı bir otoriterleşme eğiliminin gruplar arası tansiyonu arttırdığı söylenmektedir. “Bunu nasıl yapabilirler nasıl” yakarışına cevap oluşturabilecek kavramların başında bu sosyo-politik çerçeve yer almaktadır.

Kimler, neden ve kimleri linç eder sorusundan devam edelim. Yine sosyal psikoloji açısından linci anlamaya çalışırken karşımıza “sosyal etki” kuramı çıkar. Bu etkileri başında ise boyun eğdiren ve diz çöktüren güç unsurları vardır. Kısaca bir itaat sürecinden bahsediyoruz, güce, güçlüye, rüzgarın estiği yöne bir sadakat. Düşünün ki güç sahipleri ötekileri iyice ötekileştirmek, yaralamak ve hatta bazen tamamen yok etmek adına sizden koşulsuz bir itaat bekliyor. Ben itaat eden olmam demeyin ve meşhur Milgram deneylerini hatırlayın. Bir otorite tarafından yönlendirilen sıradan insanların nasıl da “ötekileri” cezalandıran kişiler haline geldiklerini orada görmek mümkündür. Bu bir nevi sosyal öğrenmedir aslında. Erk sahiplerinin güçsüzlere yönelik tutum ve davranışlarından öğreniriz. Bir anda biz de güç uygulayan bir güruhun parçası oluruz. Burada tamamen pasif bir kopya çekme süreci yok elbette. Bizim kendi içimizdeki yargı, inanç ve şemalarımız da devreye girer. Çünkü insan beyni toplumsal hayatla ilgili bilgileri de kategorize etmeye meyillidir. Zihnin kısa yollarında iyi, güzel ve çirkini kodlar. Erk sahibi çıkıp startı verdiğinde kendi ve ötekinin kimliğini tanımlayan herşeyi devreye sokar ve saldırır. Sosyal agresyon dedidiğimiz kavramın altında da tüm bu anlattığımız otoriterleşme, itaat ve kimlik unsurları vardır.

Şimdiye kadar bahsettiğimiz sosyal agresyon ve linç süreçlerini sosyal medyadaki haliyle ele alalım. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki kim, kimi ve neden linç ediyor sorusu sosyal medyada muğlaklaşır. Sosyal medya kullanan bir kişinin bir sabah üstüne basılmış devcileyin bir böcek olarak uyanması mümkündür. Ünlü olabilir, ünsüz olabilir, aktivist olabilir, kendi halinde olabilir; genç, yaşlı, zengin, fakir herkes olabilir. Örneğin anneler tarafından çok sevilerek takip edilen blogger bir anne bir sabah biri tarafından başlatılan süpriz bir kampanyayla çocuklarının fotoğraflarını paylaşmaktan istismarcı ilan edilebilir. Bir ünlü yaptığı bir açıklama sonrası vatan haini ilan edilebilir. Hatta bu noktada bir açıklama yapmamış olmak da kurtarıcı değildir. Çünkü kamuoyunun beklentisi olan bir konuda bir yorum yapmadığında da linç edilebilirsin. Çünkü linç tek tıktır, çünkü lincin sorumlusu ilan edilemeyecek kadar anonimsindir, çünkü dilin kemiği yoktur. Reel linçten farklı olarak sosyal medya linci fiziksel bir temas içermediğinden yaşamsallığa tehdit değildir. En azından anlık etki-tepki açısından. Çünkü sosyal medyada linç yiyen bir kişinin psikososyal sağlığının bozulması ve yaşamına son vermeye kalkması beklenmedik bir durum değil.

Bu tip linç kampanyalarında en hızlı yapılan değerlendirme “Biz ne zaman bu hale geldik, bu kadar acımasız, insafsız olduk”. Bu naif tavıra her daim şaşırmışımdır. Çünkü agresyon ve sosyal agresyon neredeyse insanlık tarihi kadar eski.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi agresyon temel bir dürtü olsa da bir sosyopolitik çerçeve içinde ifade buluyor. İnsan canlısının yaşadığı toplum içindeki güç dengeleri onu linç eden de yapabiliyor linç yiyen de. Sosyal medya açısından linç edenlere E-Mob (E-Güruh) denilmeye başlandığını da not düşelim. Linç eden ve linç yiyenleri yani e-mobları ayırt etmek çok kolay değil. Örneğin bir gün cinsiyetçi bir söylem nedeniyle bir ünlüyü linçe girişirken bir diğer gün cinsel kimliğinizi açıkladığınız için linçe maruz kalabilirsiniz. Sosyal medya gerçek hayatın bir simulasyonu da olsa elbette farklılıklar var.

Örneğin gerçek hayatta sosyal olarak içe dönük biri de olsanız sanal alemin muğlaklığında bir diğer kişiyi hakaret bombardımanına tutmaktan çekinmiyorsunuz. Çünkü linç tek tık, çünkü anonim olabiliyorsunuz, çünkü gerçek hayatta agresyonunuza, benlik karmaşanıza bir hedef arıyorsunuz. Ortaya sosyal bir agresyon çıkıyor. Tıpkı bu hafta uçak kazası sonrası yapılan inanılmaz yorumlar gibi. Bu örnek üzerinden kim, kimi neden linç ediyor üzerinden spekülasyon yapmak mümkün. Kişisel fikrim bu linçin altında sadece sosyal kıyaslama ve sınıfsal komplekslerin yatmadığı yönünde.

Bu olay da sadece linç edenin psikopatolojisi üzerinden ele alınamaz. Olay sadece “Seni kim sevmedi” olayı değildir kısacası. Sosyal medya üzerinden gerçekleşen tüm linç girişim ve eylemleri sosyo-politik bir eksende ele alınmalı ve “ben ve öteki” kurgusu erk sahipleriyle kurulan özdeşim ve güç temalarına odaklanılmalıdır. Sosyal medya üzerinden linç yaşama tehdit oluşturmuyor olsa bile insanlığın karanlık yüzü (Jung’a göre gölgesi) ve utanç kaynağıdır. Anna Freud’un bir sözüyle bitirelim: “Herşey, her yerde ani bir nefret ve çirkinlikken neden her şey arkadaşlık ve güvenilirlik gibi dolaşıyoruz ki?”