Temeli olmayan bina ayakta kalır mı?

Gamze TAŞCIER

İstanbul Sözleşmesi ile ilgili en sık duyduğunuz konulardan biri belki de Türkiye’nin bu sözleşmenin ilk imzacısı olmasıdır. Bunun prestij ve tüm dünyaya verdiği mesaj anlamında değeri tartışılmaz. Ancak Türkiye sadece ilk imzacısı değil, bu sözleşmenin temelindeki kararın da faili durumunda. Neden mi?

Nahide Opuz. Eşi ve kayınpederi tarafından defalarca kez şiddete maruz bırakıldı, ölümle tehdit edildi, bıçaklandı, öldürülmek istendi. Kaç kez şikâyet etti, baskıyla geri çekmek zorunda kaldı, suçlular serbest bırakıldı. Karakola gitti defalarca, hep barıştırılmaya çalışıldı, eve gönderildi ve tekrar şiddet gördü.

Nahide’yi yedi kez bıçaklayan erkeğe para cezası verildi, üstelik o ceza taksite bölündü. Nahide tüm bu yaşadıklarından sonra AİHM’e başvurdu ve 2009 yılında mahkeme ilk kez bir ülkeyi kadına yönelik şiddeti sistematik olarak engellemediği ve mağduru ısrarla korumadığı için cezalandırdı. Bu utanç kararından sonra Türkiye ile diğer ülkeler bir adım atmak için kolları sıvadı ve 2011’de İstanbul Sözleşmesi imzalandı.


İşte Türkiye bu yüzden başka ülkelerden farklı bir konumda. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olunmasının, parlamentosundan ilk geçiren ülke olmak için büyük çaba sarf edilmesinin altında yatan neden Opuz kararıdır. Kadınları bile isteye korumama utancının sonucudur. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı alınması, bu utancı Türkiye’ye yeniden yaşattı. Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları nedeniyle Türkiye, dünya gözünde bu utancı sahiplenen bir konuma düştü. Kadını ikinci sınıf insan göreceğini, sistematik olarak korumayacağını, şiddete karşı gözlerini yumacağını en temel insan hakkı olan yaşam hakkına uluslararası güvence sağlamayacağını tüm dünyaya ilan etmiş oldu.

SÖZLEŞME KADINLARI KORUYAMADI MI?

Şimdi birileri bu utanç kararını olumlamak için “Sözleşme kadınları korumadı, iç hukukumuz bize yeter, örf, adet ve geleneklerimiz bize yeter” diyor. Yeter mi?

Kadınları koruyacak olan elbette kâğıt parçası değildir. Kâğıdın üzerinde yazanın uygulanmasıdır ve zihniyettir. Sözleşme yürürlükteydi ama uygulanmıyordu.

Zaten sözleşmenin hükümleri uygulanmadığı için on binlerce kadın öldürüldü. Her gittiğim kadın cinayeti davasında katiller sözleşmiş gibi aynı ifadeleri kullanıp indirim alıyorlar. Şiddet gören kadınlar karakola ya da savcıya gittiklerinde eve geri gönderiliyor, barıştırılmaya çalışılıyorlar. Aynı Nahide’ye yaptıkları gibi. Sözleşme varken durum böyle. Sizce yokken durum ne olur? Örf ve adetler bizleri korur mu?

Peki, iç hukukumuz bize yeter mi?

İç hukuk dedikleri, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanun. Daha ilk maddesi diyor ki, bu kanun şu temel ilkelere dayanır;
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.”

Yani bize yeter dedikleri kanun zaten İstanbul Sözleşmesi’ne dayanıyor. Şimdi sözleşmeden çıkılması kararıyla birlikte, 6284 sayılı kanunun üzerinde yükseldiği temeli ortadan kaldırmış oldular. Temeli olmadan bir bina ayakta kalır mı?

Siz dünyanın en iyi metnini de hazırlasanız, hükümlerini uygulamadıktan sonra o metin yalnızca bir kâğıt parçasıdır. İşte bizim mücadelemiz de temeli korunması ve İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin eksiksiz uygulanması içindir. Eğitimden sağlığa, istihdamdan siyasete her alanda vereceğimiz mücadeleyi kazanacağımızdan da kimsenin şüphesi olmasın.

*CHP Ankara Milletvekili/TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
‘Önce yaraladılar sonra saldırdılar’ Bolu'da bir erkek, evli olduğu kadını ve kayınpederini bıçaklayarak öldürdü Saldırıya uğrayan trans kadın Açelya: Ölüyoruz, kimsenin umurunda değil Maraş'ta bir erkek evli olduğu Emine'yi silahla vurarak katletti Antalya'da kadın cinayeti: Boşanma dilekçesini geri çekti, bir gün sonra katledildi!