Martin McDonaghon’un gösterime giren son filmi ‘The Banshees of Inisherin’ (Inisherin’in Ölüm Perileri) ile kendisinin İrlanda ile karşılıklı süregelen kişisel ve köksel meselesini daha açığa çıkardığını görebiliyoruz.

Tüm ıssız ruhlar

Dünya mitolojisini coğrafi ve kültürel olarak irdeleyen Donna Rosenberg der ki “Söylenceler bir toplumun manevi değerlerini yansıtan ciddi öykülerdir. Bu öyküler bir toplumun dünya görüşünü ve önemli inançlarını temsil ettikleri için, o toplumun kültürü tarafından değer verilen ve korunan insani deneyimlerin birer simgesidir.” 20’nci yüzyılda güçlü İrlanda Ulusal Tiyatrosu’nun benzer eğilimlerde eserler ürettiğini düşünürüm.

Bunun ötesinde, sekiz koca yüzyıla yayılan İngiliz egemenliği altındaki İrlanda’nın, İngiliz etkisi içerisinde ezilen İrlanda tiyatrosu, ulusunun bağımsızlık mücadelesine destek olmak amacıyla sanat eserleri üretmiştir. Bu noktada da ilk hatırlanması gereken isim William Butler Yeats olacaktır. Kültürel milliyetçiliği sömürgecilik karşısında direniş olarak kullanan Yeats’in Kelt kültürü tasvirleri, İrlanda’nın kültürel özgünlüğünü güçlendirir. İlk kez 1903’te İrlanda Ulusal Tiyatro Derneği tarafından sahnelenen, 7’nci-8’inci yüzyıllarda krala karşı açlık grevi yapan bir ozanın öyküsünü anlattığı "Kralın Eşiği” (King’s Threshold) eseri aslında oldukça önemli bir olaydır…

Ülküsel olarak İrlandalı olmak ve İrlanda milliyetçiliği kavramlarını bağımsızlık mücadelesi çerçevesinde en iyi aktaran Sean O’Casey, Brendan Behan, Brian Friel gibi önemli İrlandalı yazarlar, ait oldukları İrlanda toplumunun olumlu ve olumsuz yönlerini hiciv yoluyla aktararak hikâyeleriyle insan varlığı hakkında olgusal farkındalıklar yaratmışlardır. Yeni dönem temsilcilerinden olan, İrlandalı işçi bir ailede Londra’da dünyaya gelen, yüzevurumcu tiyatronun (in your face) önemli isimlerinden Martin McDonagh’nın, insanın ve de İrlandalıların aksak yönlerini alaya alarak ciddi tenkitler getiren bir usta olarak görülmesi gerek.

SENDEN ARTIK HOŞLANMIYORUM

Sinemada ilk çıkışını yaptığı kara komedi unsurları taşıyan ‘In Bruges’ filminde, Colin Farrell ve Brendan Gleeson ikilisinin uyumunun filme kattıkları bir yana, çoğumuzun pek bir sevdiği bu filmin en büyük ilham kaynağı, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İngiliz yazar Harry Pinter idi. İki kiralık katilin yer aldığı ‘Git Gel Dolap’ (The Dumb Waiter) oyununun, In Bruges filmini konusundan çatışmalarına kadar ne denli ele geçirmiş olduğunu fark etmemiz önemli. Martin McDonagh, “Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri” isimli üçüncü sinema filmi ile her ne kadar daha Amerikanlaşmış bir yazar yönetmen görünümü verse de son filmi “The Banshees of Inisherin” (Inisherin’in Ölüm Perileri) ile kendisinin İrlanda ile karşılıklı süregelen kişisel ve köksel meselesini daha açığa çıkardığını görebiliyoruz. Film, Özgür İrlanda Devleti’nin kurulmasına eşlik eden 1922-1923 İrlanda Bağımsızlık Savaşı sırasında, kurgusal Inisherin adasında geçmekte. Müzisyen Colm’un, arkadaşı Pádraic’i birdenbire görmezden gelmeye başlayarak arkadaşlıklarını sonlandırma kararı almasıyla açılan bir hikâyeye sahip. Hayatının geri kalanını kemanıyla müzik besteleyerek ve hatırlanacak şeyler yaparak geçirmek isteyen Colm’un, fazlasıyla iyi niyetli Pádraic’i sıkıcı bulması ve “Senden artık hoşlanmıyorum” diyerek arkadaşlığını sonlandırması, filmin tuhaf başlangıç noktasını oluşturuyor. Filmin bir diğer başlangıç noktası ise Inisherin adası. İrlanda’nın batı kıyılarının güzelliğini yakalayan bu kurgusal ada, hikâyede bir karakter olarak konumlandırılıyor. Köyde ve ada yaşamında bulunduysanız, yürürken yolda karşılaştığınız ördeklere, eşeklere, atlara, köpeklere, ineklere selam vermişsinizdir. Bu yalnızlıktan veya kimsesiz hissetmekten dolayı değildir. Doğal yaşamla doğrudan kurulan bağların en gerçekçisi ve olağanı olduğundandır. Colin Farrell’ın karakteri Pádraic’in alınganlığı ve kırılganlığını son derece iyi yansıtan bu durum aynı zamanda tüm filmin ne denli hayvansever olduğunu da gösteriyor. Hem de en sıcacık ve sahici haliyle. Bu bağlara eşlik ederken, karşı adadan gelen savaşın seslerini de fark edeceksinizdir zaten.

HİKÂYENİN ŞİDDETE DÖNÜŞÜ

Fragmanda da yer aldığı için bahsedebiliriz. Pádraic ile ilişkisini kesmek konusunda ciddiyetini kanıtlamak için Colm ortaya bir tehdit atar ve hikâye yarım saatliğine de olsa seyirciyi oldukça şaşırtarak karanlık başka bir yola yönelir. Colm’un imkânsız bir şeyi yapmak istemesiyle bağdaştırdığım tek tek parmaklarını kesme hikâyesi ortaya çıkar. İrlanda tiyatrosundaki şiddet unsurlarını çözümlerken Yeats’i de ele almak gerektiğini söyleyerek kısa kesmek adına şunu söylemeliyim: Yeats, İrlanda’nın görünenin altındaki yani İngiliz yüzeyinin altında Antik Pagan ve Galler mitlerini hisseder ve hissettirir. Hatta bu onu folklore yönlendirir. Filmdeki mitik bir kâhin, elçi gibi ortaya çıkan yaşlı kadın buna referans noktasıdır. Ki zaten filmdeki dehşetli olan bu parmak kesme aksı, McDonagh’nın oyunları incelendiğinde pek şaşırtıcı değildir. 1996’da yazdığı ilk oyunu “Leenane’in Güzellik Kraliçesi”nden (The Beauty Queen of Leenane) itibaren şiddet içeren, vurdumduymaz karanlık güldürünün usta yaratıcılarındandır kendisi. Oyunlarındaki olay örgülerinde ve karakterizasyonlarda grotesk özellikler hep vardır fakat o bunu komedi ile ustaca gizler. Ama daha önemlisi seyircinin buna ulaşmasını da kolaylaştırmayı ihmal etmez. Ve sonuç olarak hem komik hem trajik unsurların olduğu grotesk bir atmosfer yaratılmış olunur… Nitekim etrafı şiddetle sarılı hassas varlıklarız. Şiddet insanın elinde sadece silahlar, bombalar ile değil, bir kapı tokmağı ile bile yıkıcı, öldürücü bir silaha dönüşebiliyor. Yeats’in dizesinde yazdığı gibi ‘‘Tüm ıssız ruhlar en uç görüşlere meyillidir” (All empty souls tend toward extreme opinions). Aynı filmdeki en ıssız ruh olan genç Dominic’in (Barry Keoghan) trajik yan hikâyesinden, arka planda İrlanda Bağımsızlık Savaşı’nın şiddet seslerinden, kör bir bıçakla kesilen parmaklara kadar bu böyle. Hayatı bir trajedi olarak algıladığımızda yaşamaya başlayabiliriz diye alıntılıyor ve filmi İngiliz yüzeyinin altına bakarak izleyin diyorum.