Yaşamı ve onuru savunma kavgası

Şiddetle mücadele örfle değil, ortak akılla, bilimle, hukukla mümkün. Sıradaki hedef 6284 sayılı yasaysa haklarımızı birkaç kişinin yalan propagandalarına kurban etmeyeceğimizi herkes bilmeli.

Özge YÜCEL

İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alanların amacının bireyin onurunu, yaşamını, özgürlüğünü yok etmek ya da bunları tahakküm altına almak olduğunu biliyorduk. Çünkü şiddetin örtbas edilmesi, yaptırımsız kalması, kadınların ve çocukların erkek otoritesine boyun eğmesi istenmektedir.

1 Temmuz 2021 politik olarak bir milattır ama İstanbul Sözleşmesi hükümleri Türkiye’yi bağlamaya devam edecektir. Sıradaki hedef 6284 sayılı yasaysa haklarımızı, onurumuzu birkaç kişinin yalan propagandalarına kurban etmeyeceğimizi, kimsenin iki dudağına bırakmayacağımızı herkes bilmelidir. İstanbul Sözleşmesi’ni hiç imzalamayan devletler de imzalayıp onaylamayan devletler de onaylamış devletlerle aynı hukuksal yükümlülüklerle bağlıdır. Çünkü toplumsal cinsiyete dayanan şiddetle mücadele yani ataerkil normlarla normalleştirilen, meşrulaştırılan şiddetle mücadele uluslararası teamül hukukunun gereğidir. İster ev içi şiddet olsun ister sokakta yaşanan taciz vakası olsun şiddeti meşrulaştırma amacıyla başvurulan gerekçeler benzerdir ve doğrudan hedef alınan kadınlık kimliği ve varoluşudur. Bu nedenle her bireyin ve dolayısıyla kadınların da özel yaşamında veya kamusal yaşamda şiddetin her türüne karşı korunması için önlem almak devletin yükümlülüğüdür. Bu yükümlülük uluslararası teamül hukukunun da Anayasa’nın da mutlak gereğidir. Kişilerin yaşamının, özgürlüğünün, kişilik değerlerinin korunması karşısında oluşan tehdit, eğer geleneklerden, ataerkil ahlak yargılarından güç buluyorsa devletin özel özen yükümlülüğü olduğu görülecektir. Tam da bu sebeple eğer şiddet “aile” gerekçe gösterilerek meşrulaştırılıyorsa, eğer şiddet “namus” gerekçe gösterilerek meşrulaştırılıyorsa, bir daha olmaz diyerek mağdur çaresizliğe ve güvensizliğe terk ediliyorsa şiddetin sürmesi çok doğaldır.

Şiddetle mücadele şiddete sıfır toleransla mümkündür. Şiddeti yaptırımsız bırakmamak şiddet failini her eylemde hapisle cezalandırmakla eşdeğer değildir, ancak olayı kapatalım, soruşturma yapmayalım, dava açmayalım demek faili şiddete özendirmek, teşvik etmek demektir. Uzlaştırmaya gidelim demek şiddet mağdurunun korkularını yok saymak ve hatta korku içinde yaşamasını normalleştirmek demektir. Şiddet mağdurlarının sığınağa, daimi olarak kalabilecekleri bir konuta, düzenli bir işe, kreşe, okula, maddi yardıma, psikososyal desteğe, adli yardıma ihtiyacı var. Şiddet mağdurlarının sosyal devlet olanaklarını arkasında hissederek güçlenmeye ve şiddete boyun eğmek zorunda olmamaya ihtiyacı var. Şiddet mağdurları fail hapse girdiği için parasız kalıyorsa bunun sebebi ceza hukuku değil, destekleyici politikalarını esirgeyen devlettir, sosyal devletin görünmez hale gelmesidir.

ŞİMDİ NE YAPMALI?

• Gecikmesinde sakınca bulunduğu halde şiddete karşı önleyici tedbir başvurusunu reddetmek yasaya aykırıdır. Bu şekilde davranan, açıkça reddeden veya oyalayan, yıldırmaya çalışan kolluk görevlileri hakkında tutanak tutulması sağlanmalı ve şbunlar şikâyet edilmelidir.

• Koruyucu veya önleyici tedbir alınmadığı için zarar gören şiddet mağdurları idari yargıda tam yargı davası açmalı, tazminat istemelidir. Reddedilmesi halinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmalıdır.
Koruyucu ve önleyici tedbirlerin uzaklaştırmadan ibaret olmadığı tekrar tekrar hatırlatılmalı, kadınların ve çocukların şiddetten uzak biçimde aile yaşamını sürdürebilmesi için sosyal destek mekanizmalarının işletilmesi için talepte bulunulmalıdır. Özellikle sosyal konut özgülenmesini istemekte ısrarcı olmak gerekir. Bu amaçla Cumhurbaşkanlığına, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına dilekçeler iletilmeli, reddedilmiş sayılan dilekçeler sebebiyle faille aynı evde yaşamaya mecbur kalan mağdurlar tarafından dava açılmalıdır. Şiddetin ve sonrasındaki sürecin izlenmesine özel önem verilmeli, şiddetle mücadelede sorumluluğun “hesap vermekle” mümkün olduğu daima hatırlatılmalıdır. Belediyelerle birlikte şiddetin izlenmesi konusunda işbirliği yapılmalı, projeler geliştirilmeli, yerel yönetimlere bağlı sığınakların artırılması ve iyileştirilmesi konusunda ısrarcı olunmalıdır.

• Şiddetle mücadele sadece merkez yönetimin değil, sadece yerel yönetimlerin de değil, her bir kurum ve kuruluşun, özellikle kamu tüzelkişilerinin yükümlülüğündedir. Bu nedenle öğrenciler okuduğu okulda veya üniversitede şiddetle mücadele politikasının oluşturulmasını talep etmeli, şiddete karşı önlem birimlerinin işler hale gelmesi için örgütlü biçimde seslerini yükseltmelidir.

• Şiddetle mücadelenin ilkeleri ortaktır, çünkü şiddet yerel değildir, şiddetin sebepleri de yerel değildir. Şiddet ataerkil düzenden, kişilere dayatılan rollerden ve eril ahlak yargılarından beslenmektedir. Sadece Türkiye’de değil, her yerde! Bu nedenle şiddetle mücadele de örfle değil, ortak akılla, bilimle, hukukla mümkün. Şiddet ve istismara karşı onuru savunmak sosyal hakları savunmakla mümkün!

SÖZLEŞME NASIL UYGULANACAK?

• Koruyucu ve önleyici tedbirleri uygulatmaya devam edeceğiz. Çünkü bu tedbirler doğrudan Türk Medeni Kanunu’nun kişiliğin korunması hükümlerinin gereği ve sonucudur. Anayasa’yla güvence altına alınan vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı ve sağlık hakkının korunmasının gereğidir.

• Sığınakların açılmasını ve daimi konutlar özgülenmesini talep etmeye devam edeceğiz. Çünkü bu Anayasay’la teminat altına alınan konut hakkının ve kişiliğin korunmasının gereğidir.

• Şiddet halinde arabuluculuk ve uzlaştırmaya zorlanmayı reddetmeye devam edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki toplumsal cinsiyete dayanan şiddet olgularında taraflar arasında bir güç dengesi bulunmamaktadır. Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri tarafların özgür iradeye sahip olduğu, baskı ve korkunun etkisinde olmadığı hallerde meşrudur.

• Çocuk yaşta evliliğe, zorla evliliğe karşı önlemler alınmasını talep etmeye devam edeceğiz. Çünkü tam ve özgür iradenin olmadığı bir durumda evlenme iradesinin inşası toplumsal cinsiyete dayanan bir şiddet biçimidir. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi gereği de Anayasa’nın çocukların korunmasına ilişkin hükümleri gereği de çocukların çocuk kalması için mücadele edeceğiz.

•Şiddetin her türüne karşı önlem alınmasını talep etmeye devam edeceğiz. Çünkü Anayasa ve Türk Medeni Kanunu gereği kişilik yalnız fiziksel beden bütünlüğünden ibaret değildir, kişinin psikososyal bütünlüğü, özgürlüğü, onuru, karar verebilme olanağı, cesareti de kişiliğine dâhil değerlerdir. Bu değerlerden herhangi birine yönelik saldırı medeni hukuk bakımından kişiliğe hukuka aykırı saldırı, idare hukuku bakımından da pozitif yükümlülüklerin ihlal edilmiş olması sebebiyle hizmet kusurudur.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
ABD’de ölü bulunan Yağmur Taktaş'ın ailesi, Andre Can F.'den şikayetçi oldu Yaylada cansız bedeni bulunan kadının üç arkadaşı gözaltına alındı Faile tekrar yurtdışı yasağı ‘Önce yaraladılar sonra saldırdılar’ Elazığ'da şüpheli ölüm: 68 yaşındaki kadın konteynerde ölü bulundu