Yeşiller, savaş ve yoksulluk

Almanya, Ukrayna savaşı ile açığa çıkan enerji krizinin en yoğun yaşaması beklenen ülkelerin başında geliyor. Ülke de nükleer santrallerin ve kömür madenlerinin kapatılmaları ile Rusya gazı giderek daha önemli bir hal almış durumda. Koalisyon hükümeti, krizi, enerji kullanımını azaltmayı hedefleyen kimi tasarruf önlemleri ile hafifletmeyi planlıyor. Krizin faturası şimdiden iktidara kesilmeye başladı ve eleştirilerin odağında ise koalisyonun Dişişleri Bakanlığını elinde bulunduran Yeşiller yer alıyor.

Ezgi Güneytepe / Göttingen

Almanya Dişişleri Bakanı Annalena Baerbock, Prag’da yaptığı, Ukrayna’nın koşulsuz desteklenmesi gerektiği açıklaması ile hem muhalefetin hem kendi tabanının yoğun eleştirisine maruz kaldı. Savaş karşıtı ve hippi geleneğinin temsili üzerine inşa edilmiş olan partinin savaşın en aktif destekçisi konumuna gelmiş olması büyük bir çelişki arz ediyor. Muhalefet, Alman halkının iradesine rağmen böyle bir kararın alınmasının anti demokratik olduğu görüşünde. Baerbock istifaya davet ediliyor.

Seçimler öncesi en çok öne çıkan isimler arasında yer alan Baerbock’un Almanya Şansölyesi olması bekleniyordu. Sosyal Demokratların seçimlerin hemen öncesinde yaptığı atak ile birinci parti olması, Baerbock’un Dışişleri ile yetinmesini gerektirdi. Bakan şu sıralar Ukrayna, ABD ve Kanada ziyaretlerine hız vermiş durumda. Avrupa Birliğinin Transatlantik bağlarını güçlendirme çabası içerisinde olan Baerbock Rusya’ya karşı birleşilmesi gerektiğini savunuyor ve sık sık Çin’in tehlike arz ettiğini ifade ediyor.

Savunma Bakanlığı bu yıl içerisinde Ukrayna’ya 730 milyon avro değerinde savaş malzemesi desteği gönderdiğini açıkladı. Bu malzemelerin bir kısmı Alman ordusu, bir kısmı ise silah endüstrisi tarafından sağlandı. Federal Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ortak bütçesinden karşılanan maliyetin 2022 yılı içerisinde 2 milyar avroyu bulması bekleniyor. Uzun yıllar boyunca Dışişlerinde dengeli ve diplomatik bir tavır sergileyen Almanya, Baerbock ile birlikte savaşın açık bir tarafı olmuş durumda.

Olaf Scholz ve partisi SPD ise daha temkinli bir pozisyon almış durumda. Şansölye geçtiğimiz günlerde Putin ile enerji ve gıda tedarik zinciri üzerine bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Scholz henüz Putin ile bir anlaşmaya varamamış olsa da mayıs ayından beri ilk kez Rusya ile resmi bir diyalog kurulmuş oldu. Öte yandan koalisyonun ortak bir yol haritası açığa çıkmamışken Almanya’nın Rus Rosneft şirketinin çoğunluk hissesine sahip olduğu Scherdt petrol rafinerisine kayyum ataması Rusya ile gerginliğin süreceğini gösteriyor. ABD’den AB’ye aktarılan doğalgaz miktarı ise her geçen gün artmakta.

Rusya’nın Nordstream 1’i tadilat gerekçesiyle kapatması ardından Almanya’da doğalgaz fiyatlarının yükselmesine dolayısıyla küçük ve orta ölçekli birçok işletmenin krize girmesine neden oldu. Sonbahar ve kış aylarında büyük iflas dalgaları bekleniyor. Henüz enerji krizinin nasıl çözüleceğine dair bir plan ortaya konulmamış olmasıyla birlikte, 2022 yılı sonunda nükleer enerji santrallerinin bir kısmının daha kapatılması planlanıyor. Uzmanlar bunun daha büyük bir krize neden olacağı görüşündeler. Rusya’ya olan bağımlılığı azaltma arayışı içerisinde olan Yeşillerin Bakanları ABD ve Kanada ile yürüttükleri görüşmeler neticesinde sıvı doğalgaz ticaretinin hızlandırılmasını savunuyorlar. Bilinen doğalgazdan 7,5 kat daha zararlı olduğu sabit olan sıvı doğalgaz ise ABD sermayesi için çok büyük bir pazar değeri taşıyor. Yeşiller Partisi kurmaya çalıştıkları transatlantik ilişkileri ile adeta ABD sermayesinin sözcüsü konumunda. Partinin fikir babası niteliğini taşıyan Heinrich Böll Vakfi ise bu çabalarını kendi internet sitelerinde açık bir mektup ile yayınladı. Bu çağrıda “Transatlantik ilişkilerinin erozyonu Almanya için stratejik bir kriz” olduğunu, “Liberal bir demokrasi” etrafında “iklim krizi” gibi önemli konularda işbirliğinin Almanya için önemli olacağını vurguluyor. Bu çağrı metninde en öne çıkan görüş, “Amerika’nın Avrupa’nın istikrarı ve birliği için verdiği güvencenin, Almanya’nın savaş sonrası mutluluğunun en önemli jeostratejik temeli” olduğu yönünde. NATO’nun Rusya’ya karşı güçlendirilmesi gerektiğini ve aynı zamanda ABD’nin nükleer silahlarının AB için bir kalkan görevi gördüğünü savunan vakıf, nükleer enerjiye karşı kendi ilkesini de ezip geçmiş durumda. Pasifist kökenli bir akımın üst kadrolarının açıkca savaşı ve nükleer silahlanmayı savunuyor olması, çelişkilerini de zirveye tasımış durumda. Bilhassa “iklim, NATO, Çin ve ticaret” ilişkileri üzerinden iş ortaklığı yapmak isteyen Heinrich Böll Vakfı, kendi tabanında da tepkiyle karşılanıyor. Bir yandan kapitalizm ve neoliberalizm eleştirisi yapıyor görünseler de ABD’nin yanında saf tutmakla asil ideolojik tutumlarını ortaya koyuyorlar.

SAVAŞ KARŞITLIĞINDAN SAVAŞ KIŞKIRTICILIĞINA YEŞİLLER

Almanya’nın yakın tarihini inceleyenler için Yeşiller Partisi´nin mevcut hali hiç de şaşırtıcı değil. 42 yıl önce barış yanlısı, çevreci, antifaşist, reel sosyalizme ve temsilcisi konumda ki kimi sosyalist partilere karşı eleştirel sol bir tavrı örgütleyen parti, mevcut parlamenter sistem içerisinde iktidara her yaklaştığında kendi ilkelerinden biraz daha ödün verdi. Çelişkilerle dolu siyasal hayatları sol fikirleri savunup sağa göz kırptı. 1999’ da Sosyal Demokratlarla iktidara geldiklerinde Yugoslavya savaşına onay ve askeri destek sundu. 2001’de Afganistan için aynı tutumu sergiledi. Keza 2000’li yıllarda sosyal devletin kimi uygulamalarını ortadan kaldıran yoksulluk reformu olan Ajanda 2010’un önderliğini yaptılar. Özellikle dar gelirliler ve işsizler için büyük bir yoksulluğun kapılarını aralayan bu reform ile gelir dağılımında ki adaletsizlik arttı, sınıflar arası geçiş imkânsız hale geldi. Bu uygulamalar ardından SPD ve Yeşiller büyük bir düşüşü yaşasalar da tarih adeta yeniden tekerrür etti.

Belki de daha en başından reel sosyalizmi eleştirirken tarihsel bir hataya düşüp, geniş emekçi kesimleri ve yoksullarla olan bağın koparılmaması gerektiğinin, sınıf perspektifinden yoksun bir sol iddianın nerelere varabileceğinin en somut halini ortaya koydular. Uzun bir süredir seçmen tabanının önemli kesimini ortalamanın üzerinde bir geliri olanlar oluşturuyor ve yeşil elitlerin toplumsal problemleri kendi oturdukları mahalleler ile sınırlı kalıyor. Sonuçta herkesin güneş enerjisi, organik gıda ya da elektrikli bisiklet alacak parası yok. Hal böyle olunca yeşil olmak için elit olmak gerekiyor. Seçim kampanyalarında partilere kişisel bağışın 100 bin avro ile sınırlandırılmasını ve şirketlerin bağış yapmanın yasaklanmasını talep eden parti, 2021 yılında toplamda 1,9 milyon avro bağış toplamış. Bu bağışın 1,3 milyonu şirketlerden elde edilmiş durumda. Yeşillerin Tarım Bakanı Cem Özdemir yükselen et tüketimine karşı et fiyatlarının artırılmasını öneriyor. Et tüketilmesinin iklim krizini önleyebileceği tezlerini savunan Özdemir, Putin’ e karşı tavır niteliğinde az et tüketmenin önemli olacağının altını çizdi. Buna karşılık üreticiler ise yurttaşa ne yemesi gerektiğinin söylenmesi değil, üretim aşamasında ekolojik döngüyü dengeleyen bir tarım politikası ortaya konması beklentisinde. 2022 yılının ağustos ayı verilerine göre gıda fiyatları yüzde 7,9 artmış durumda. Koalisyon bunu tedarik zincirinde ki aksaklıklara, Ukrayna savaşına, pandemiye ve enerji krizine bağlamakta. Uzmanlar kış aylarında enflasyonun yükseleceği kanaatindeler. Emeği ile geçinenleri, işsizleri daha derin bir yoksullaşma ile karşı karşıyalar. Aslında siyasal duruşu çokça ortaya çıkmış bu partiyi seçen kötü hafızalı sol seçmen, şimdiden “kandırıldık” demekten kendini alamıyor. Aslında Alman yeşiller partisi oportünizmi tek başına değil. Her ülkenin kandıran ve kandırılan solcuları mevcut. Bir çatı partisi olarak “ Avrupa Yeşiller Partisi” AB dışından partileri de kapsamakta. Toplamda 34 ülkeden 39 parti işbirliğinde. Ortak noktaları ise iklim ve çevre.

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Almanya'da 63 yıllık uygulama sona erdi Bakalım Alman barış güçleri seslerini duyurabilecek mi? Savaş Almanya’yı değiştiriyor Yunanistan hükümeti, tren kazası gensoru önergesi sonrası güvenoyu aldı Skandal ortaya çıktı, Macar halkı sokağa indi