Yüzleşme romanları

Toplumla ve tarihle yüzleşen kitapların en yenisi “Arafta Düet”ten yola çıkarak bu temayı gündemine almış yazarlarımızın yapıtlarına uzanan bir gezintiye ne dersiniz?

Üç yüzleşme romanından söz açmıştık geçen hafta. Bu hafta aynı konuya devam etmek istiyorum. O kadar çok ihtiyacımız var ki yüzleşmeye… Daha çok kazanç uğruna işçisini güvencesiz çalıştırarak intiharına neden olan patronun, hiçbir suç işlemediklerini bile bile muhalif aydınların yıllardır hapiste tutulmasına onay veren yargı mensubunun, işini hatalı yaptığı için insanların ölümüne neden olan yüklenicinin, inancını siyasete alet eden din görevlisinin, itlaf yasası lehine oy kullanan iktidar partisi milletvekilinin yüzleşmeye ihtiyacı yok mu?

Her bireyin yaşamında yüzleşmesi gereken konular vardır mutlaka. Bireysel dünyalarımızda yaşanmış hataların yanı sıra toplumsal sorumluluğumuzla, hatta dünyanın dört bir yanındaki insani sorunlarla da yüzleşmeyi gerektirir onurlu bir yaşam. Bu yüzleşmeyi, kimi zaman bir anı kitabı ya da belgeselle, kimi zaman kurmaca bir yapıtla (öykü, roman, film) gerçekleştirir sanatçılar. Dünya tarihinin önemli olaylarının; devrimlerin, isyanların, katliamların ve bu olayların kahramanlarının yüzleşmelerinin sanata yansıması kaçınılmazdır. Resmi tarihin yer vermediği ayrıntıları bu yapıtlar aracılığı ile öğreniriz.

Temmuz ayında yüzleşme kavramını gündeme taşımayıp da ne yapacağız? Mayıs sonu başlayıp 3 Temmuz’a dek süren Çorum Katliamı, 2 Temmuz Sivas Katliamı, ardından Başbağlar… 11 Temmuz Srebrenitza Katliamı’nın, 15’i ülkemizde 2016’de yaşanan darbe girişiminin, 20 Temmuz Suruç Katliamı’nın yıldönümü... Bu olayların birçoğu edebiyata yansıdı fakat 15 Temmuz’u konu alan -ciddiye alınacak- bir sanat yapıtı yok. Umarım ileriki yıllarda bu olayın farklı cenahlarında yer almış aktörlerin yüzleşmelerine tanık olabiliriz.

Geçen hafta üç kitap üzerinden yakın dönem siyaset yaşamımıza ilişkin yüzleşmeleri gündeme taşımıştık. Elbette, bu tema üzerinde kafa yormuş, önemli yapıtlar ortaya koymuş yazarların sayısı çok daha fazla. Ülkemizin tarihsel serüveni içinde işlenen suçlarla ya da kendi siyasal çizgisi ile yüzleşen bireylerin öyküsünü aktaran kitaplardan birkaçına değinmek isterim. Kimi belgesel nitelikte, kimi kurmaca, kimi hibrit yapıtlar…

ARAFTA DÜET

En yenisinden başlayalım. Yalnızca en yenisi değil, bu türün en başarılı örneklerinden biri “Arafta Düet”. Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener’in imzalarını taşıyan roman, toplumun farklı kesimlerinden bireylerin, bir yol kazası sonrası yaşamlarıyla ve toplumun önyargılarıyla hesaplaşmak durumunda kalmalarını anlatıyor. Romanın kahramanları; bir zamanlar Mamak Cezaevi’nin işkenceci teğmeni, 90’ların Suruç ‘kasabı’, şimdinin Emekli Generali Ayaz, eski devrimcilerden avukat Sinan, oğlu Can, Sinan’ın arkadaşları doktor İrfan, siyasalda okumuş sözünü sakınmayan Aysel ile Can’ın Kürt arkadaşı Berfin… Hepsinin kendileriyle, birbirleriyle ve toplumla hesaplaşmalarını izliyoruz roman boyunca. Cumhuriyetin değerleriyle hiçbirinin alıp veremediği yok ama Ayaz kendini hâlâ devrimlerin bekçisi sanıyor. Ortak noktaları ise ülkenin teslim olduğu dinci siyasete karşı olmaları ve yaşamlarını yenilmişlik duygusu içinde sürdürmeleri…

ARAFTA DÜET
Selahattin Demirtaş-Yiğit Bener
Dipnot Yayınları, 2024

Demirtaş ve Bener, dünyada örneği olmayan bir çalışma yapmışlar. Bir kez bile yan yana gelemeden bu kitabı yazmışlar. İki ana kahramanın, avukatla generalin ağzından anlatılıyor öykü. Sinan, “Yeniden doğamadığımız küllerimizin esaretinde, kısır bir döngüde hapsolmuşuz yenilgilerimize” derken, General , “Kendi ellerimizle önünü açtığımız dincilik, tıpkı insan etiyle beslenen bir canavar gibi büyüdü, büyüdü, açgözlü bir deve dönüştü ve en nihayetinde gözümüz gibi koruyup kolladığımız, uğruna can alıp can verdiğimiz laik cumhuriyetimizi bir lokmada yutuverdi” diye dile getirir yılgınlığını. Peki, eski günlerin suçlarından arınması mümkün mü? Sinan ve arkadaşları onu yüzleşmeye zorladığında karşı saldırıya geçer: “Ya sizin işlediğiniz suçlar? Terör eylemleriniz… Bombalı saldırılarda ölen siviller? Devrim adına işlenen soğukkanlı cinayetler?”… Doktor İrfan, Aysel ve Can ise, savunduğu sistemin yanlışlarını teker teker çarparlar Generalin yüzüne, “inkâr, asimilasyon, kıyım, sürgün, işkence… 6-7 Eylül, Sivas… Kürtlere yapılan eziyetlerden söz açar Sinan ve devrimci arkadaşları. Romanın en az konuşan kahramanı Berfin ise  “Kürtler adına konuşmayı Kürtlere bıraksanız!“ sözleriyle herkesi suskunluğa yöneltir…

Roman kahramanlarının sahiciliği, ezberlerden uzak diyalektik yaklaşımı, başarıyla kotarılmış kurgusu ve yalın diliyle edebiyata uzak duran gençleri kendisine bağlayabilecek güçteki bu kitap sorduğu sorularla gerçeği analiz etme, doğruyu bulma imkânı veriyor. Günümüz Türkiye’sinin çıkmazından kurtulmanın tek yolu, öfke ve düşmanlığın yerini akıl ve vicdanın alması değil mi?

USTALARIN DİLİNDEN

Romanımızın büyük ustası Yaşar Kemal “Bir Ada Hikâyesi” dörtlemesinde mübadele ve göç gibi toplumumuzun can alıcı sorunlarını ele almıştı. “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”da Yezidilerin trajik öyküsünü, “Karıncanın Su İçtiği Yer”de Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki göçleri, Karadeniz insanının öyküsünü anlatmıştı. Mehmet Uzun’un “Sen”, “Rind’in Ölümü”, “Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık” adlı otobiyografik romanlarında gençlik, cezaevi ve sürgün yılları fonunda Diyarbakır’ın acılı tarihi vardır. “Bir Gün Tek Başına”da 27 Mayıs darbesi öncesi Türkiye aydınının çıkmazını sergileyen Vedat Türkali, “Yalancı Tanıklar Kahvesi”, “Mavi Karanlık”, “Komünist”, “Kayıp Romanlar”, “Bitti Bitti Bitmedi” romanlarında aydınlar arası hesaplaşmaları, 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasının acılı günlerini, Dersim kırımını, Ermeni tehcirini anlatır.

Rıfat Ilgaz, “Karartma Geceleri”nde İkinci Dünya Savaşı sırasında kitabı toplatılan bir öğretmenin öyküsü aracılığı ile muhalif aydınlardan hoşlanmayan bir sistemi; Kemal Bekir, “Kanlı Düğün”de 12 Mart öncesi başlayan, sonrasında da devam eden silahlı eylemleri sorgular. Bekir’in inançlı komünistleri, muhbirleri, zindanları ile 50’lerin politik atmosferini betimlediği bir başka kitabı ise “Hücre 1952”dir. 68 kuşağının öğrenci liderlerinden Atilla Sarp, 12 Eylül darbesi sonrası gittiği Almanya sürgününde yazdığı “Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler”, “Dostluk”, “Zorunlu Yalnızlık”, “Otuz Yıllık Hasret”, “Çiçekler Susunca” adlı kitaplarında yitik kuşağın bir panoramasını çizer. “Bunca sekterlik ve gericilikle tek başıma savaşmaya gücüm yetmedi” der “Dostluk”un kahramanı. Polisle örgüt arasında kalan kim bilir kaç devrimci vardır? Partiyle bağları kopan, arkadaşları tarafından ‘hain’, hatta ‘ajan’ ilan edilen devrimcilerin öyküsünü, sürgünde geçen zor günleri anlatan Sarp’ın kitapları gerçek birer yüzleşme kitabıdır. Yazar, bir zamanlar sosyalizmin tavizsiz uygulandığı tek ülke olarak Arnavutluk’u gören bir devrimcinin yanılgısını içtenlikle anlatır.

“Ölmeye Yatmak”ta 1938-68 arası Cumhuriyet kuşağına, “Bir Düğün Gecesi”nde 70’li yıllar Türkiye’sine dair bir panorama çizen Adalet Ağaoğlu “Üç Beş Kişi” adlı romanında “her şeyin bitmediği, insanın birazcık umudu olduğu günleri” anlatır ve “her şey değişirken yalnız biz aynı kaldık… Geçmişle oyalandık” diye hayıflanır. “Hayır”da düşüncelerinden ötürü yargılanan aydınları, siyasi sürgünleri, 80 sonrası mücadeleyi sürdürenlerle, düzene uyum sağlayanları anlatır. Oya Baydar, “Sıcak Külleri Kaldı”da sosyalist sistemin çöküşünün aydınlarımız üzerindeki etkisini, “Erguvan Kapısı”nda 6-7 Eylül’den günümüze siyasi çalkantılar içinde geçen günlerimizi, “çocuklarının kanlarıyla beslenen bir ülke”yi,  yargısız infazları, “iradelerini örgüte devreden” gençleri, farklı örgütlere katılan arkadaşların birbirleriyle düşmanlaşmasını anlatırken, “Örgütler de devlet de ‘çözüm değil ölüm’ parolasını benimsemişti sanki”; “60’ların, 70’lerin umut ve masumiyet çağı bir daha geri gelmeyecek” diyordu… Yüzleşme romanlarına haftaya devam ederiz, yaşam elverirse…

Günün Manşetleri için tıklayın
Çok Okunanlar
Görsel şölen içsel bir boşluk Gitarın ustaları Haliç kıyısında Adaletin peşinde ırkçılıkla mücadele Işığın şiddeti ve karanlık Soru sormak 20 yıldır yasak