BirGün’de yazılarını atlamamaya çalıştığım isimlerden biri Ahmet Çakmak’tır. Son yıllarda sık görüşemesek bile, özellikle ÖDP’nin kuruluş döneminde birlikte yürüttüğümüz mesainin hatıraları hâlâ taze. O zaman da birçok meseleye alışılmışın dışında bakan bir tarzı vardı. Yazılarını takip ediyorsanız, bu tarzı sürdürdüğüne tanık oluyorsunuzdur.

BirGün’de yazılarını atlamamaya çalıştığım isimlerden biri Ahmet Çakmak’tır. Son yıllarda sık görüşemesek bile, özellikle ÖDP’nin kuruluş döneminde birlikte yürüttüğümüz mesainin hatıraları hâlâ taze. O zaman da birçok meseleye alışılmışın dışında bakan bir tarzı vardı. Yazılarını takip ediyorsanız, bu tarzı sürdürdüğüne tanık oluyorsunuzdur. Doğrusu ben hem zevkle okuyorum hem de birçok konuda istifade ediyorum. (Yeri gelmişken, ‘Küresel Finans Krizi’ kitabı üzerine, Ahmet Hoca’mın iki gündür tefrika edilen yazısına değerli dostum Mahfi Eğilmez’in cevaplarını merak ettiğimi ekleyeyim. Sanırım sıkı bir tartışma olacak.)

Ahmet Çakmak’ın öteden beri “sosyalistlere” kızgın olduğunu düşünürüm. Bu sitemkâr tavrın nedenini tek cümleyle özetlemek gerekirse, Ahmet Hoca’ma göre, “sosyalistler” memleket ve dünya meseleleri ile ilgili olarak geçmişin düşünme kalıplarından hâlâ ‘kurtulamamıştır’. Bütünüyle haksız da değil. Ama bu topyekûn “sosyalistler” lafı da yeterince adil değil.

•••

Mesela ‘Baykal’ın açılımı ve sosyalistler’ başlıklı yazısına bakarsak, “...Sosyalistler her konuda olduğu gibi bu konuda da (laiklik meselesi) çarşafa dolanmış vaziyette. Din özgürlüğü ile laiklik arasında kendi meşrebine göre bir politika önerebilmiş değil” diyor. Sonra da kendisinin bu meseleye nasıl baktığını satırbaşlarıyla izah ediyor. Tam da bu noktada Ahmet Çakmak’a şu satırları (biraz uzun ama yapacak bir şey yok) hatırlatmaktan kendimi alamıyorum:

“Özgürlükçü laiklik anlayışı çerçevesinde ve evrensel insan haklarına aykırı olmayacak her tür inanç ve vicdan özgürlüğü kayıtsız şartsız güvence altına alınmalı; insanlar, ibadet, inanış, giyim ve yaşam tarzlarında serbestliğe sahip olmalı; hiç kimse farklılığından ötürü ayrıma tabi tutulmamalı ve aşağılayıcı muameleye uğratılmamalıdır.

Devlet bütün dinler, mezhepler ve inançlardan kendisini ayırmalı ve hepsiyle eşit uzaklıkta durmalı, kamu kaynaklarından özel teşvikte bulunmamalı, devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrı tutulması özenle korunmalıdır.

Tüm okullarda zorunlu din eğitimi dersleri kaldırılmalıdır. 12 yıllık laik ve bilimsel bir temel eğitim, bütün öğrenim kurumlarında zorunlu kılınmalıdır.

Kamu hizmeti sunanlar, inanç ve kültürel kimliklerini kamu hizmeti alanlar karşısında bir tercih ve baskı aracı olarak kullanamamalıdır. Kamusal alanda hizmet alan yurttaşlar kılık kıyafetlerinden ötürü ayrımcılığa uğratılmamalıdır.”

Aslında bunlar, Ahmet Çakmak’ın da kısmen konuşma diliyle ifade ettiği düşünceler, ve “çarşafa dolaştılar” dediği sosyalistlerin parti programından aktardım (ÖDP programı). Yani, “sosyalistlerin bu konuda da politikaları yok” derken, insanların bu tür toptancı yargıları benimsemeye ziyadesiyle meyyal olduğunu gözden uzak tutmamak ve biraz insaflı davranmak lazım. Hele ki, Ahmet Çakmak’ın sözünü ettiğim partinin kurucularından olduğu dikkate alınırsa...

•••

Aykırı düşüncelerin zihinsel faaliyetlerimizi zenginleştirdiği, daha verimli neticelere ulaşmamızda çok faydası olduğu su götürmez. Ancak işin bir de -Trakya deyişiyle- “hepten aykırı gitmek” gibi bir yanı var ki, galiba Ahmet Çakmak son yazısında (‘Demokrasi ve sınıf mücadelesi’) bu tuzağa düştü.

Ahmet Hocam, demokrasiyle sınıf mücadelesi arasında “sosyalistlerin” sandığı gibi bir bağlantı olmadığını, dahası bunu yoksullar anlamışken “sosyalistlerin” bir türlü anlayamadığı iddiasında... Bunun üzerine de aklım erdiğince birkaç şey söylemek istiyorum. Ama, -esasen konuya bir girizgâh sayılabilecek bu yazı ile- yerimiz doldu. Kısmetse, pazar günü devam edeceğiz.