301'inci maddenin kaldırılmayacağı zaten belliydi. Hükümetin, bu madde nedeniyle hapis cezalarının önüne geçilebilecek...

301'inci maddenin kaldırılmayacağı zaten belliydi. Hükümetin, bu madde nedeniyle hapis cezalarının önüne geçilebilecek bir düzenleme yapmasını bekleyenler vardı. Yeni yılla birlikte konu hükümetin gündemine geldi, ama son birkaç gündür basındaki haberlere bakılacak olursa, mesele yine askıya alındı.

AKP'nin Türkiye'de demokratikleşmenin önünü açacağına inanan liberaller, sıkıntılı ve şaşkın; "bir türlü halledemediniz şu 301 meselesini" diye sitem ediyorlar, hükümete. Ben de sıkıntılı ve şaşkınım. Çünkü, liberallerin hâlâ AKP'den demokrasi bekliyor olmalarından sıkıldım, bu konudaki ısrarları karşısında da şaşkınım. AKP'nin demokratikleşmeyle ilişkilendiril-mesi meselesinin evveliyatına bir göz atmakta fayda var. Yani 'yanılsamanın' nedenlerine...

• •
 AKP, bilindiği gibi bir anlamda 28 Şubat'ın çocuğu. Kapatılan Refah Partisi ile Tansu Çil-ler'in genel başkanlığındaki DYP koalisyonu, özellikle RP kanadının devletin kırmızı çizgilerini zorladığı koşullarda, o dönemin yaygın ifadesiyle 'postmodern bir darbe'ye maruz kaldı. Bunun üzerine, yıllarca Milli Görüş hareketi içinde yer almış, siyasi kimliğini burada edinmiş bir kısım kadro, Erbakan'a (ve dolayısıyla RP çizgisine hâkim siyaset tarzına) rağmen bu memlekette hükümet olunamayacağına kanaat getirdi. Başını Erdoğan ve GüPün çektiği bu kadrolar AKP'yi kurdular. "Değiştiklerini" söylediler. Görünüşte, RP çizgisinden maneviyatçı dozu daha yüksek bir ANAP pozisyonuna 'ricat' ettikleri anlaşılıyordu. Uzatmayalım... Sonuç olarak, bu siyasi hamle toplumda ciddi bir karşılık buldu ve iki dönemdir (üstelik ikinci dönemde oylarını artırarak) tek başına hükümet kurma imkânını yakaladılar.

AKP'nin asli tabanını oluşturan kesimlerin kırmızı çizgileri zorlayan beklentileri (türban, imam hatipler vb) vardı; dahası AKP kadrolarının önemli bir bölümü de bu yönde adım atmaya meyyal tiplerdi. Cumhuriyetin yerleşik çerçevesini aşındıran icraatlardan ve tabiatıyla buna uygun kadrolaşmadan geri durmadılar. Hal böyle olunca, devletin otoriter karakterini temsil eden askerler ve başta yargı ile üniversite olmak üzere bir kısım sivil bürokrasi AKP hükümeti karşısında tavır aldı.

İşte AKP'den demokrasi beklentisinin esasını oluşturan yanılsamanın dayanağını bu 'çatışma' oluşturdu. Bir yanda toplumun demokratik ve sivil dönüşümünün önünde başlıca engel olarak görülen 80 yıllık bir 'statüko bloğu', diğer yanda ise onun egemenlik alanını daraltmaya çalışan bir 'sivil hareket'. Bir bölümü solcu da olan liberallerin AKP'ye demokrasi misyonu atfetmesinin gerisindeki 'çelişki algısı' buydu.

• • •
Yanılsamanın diğer ayağını ise, Avrupa Birliği maceramızın AKP hükümetlerinin işbaşında bulunduğu sürece denk düşen bölümü oluşturdu. Bir önceki koalisyon hükümeti tarafından dönülen kritik virajın ardından süreci daha da ileriye taşıma fırsatı AKP için büyük şanstı. AB'nin yol haritası belliydi. Demokratikleşmeye dönük bir dizi reformun hayata geçirilmesi gerekiyordu. Bunların başında da askerlerin siyaset üzerindeki vesayetinin ortadan kaldırılması vardı. Bu elbette bir günde olacak iş değildi. Lakin, bu yönde atılacak her adım, AKP'nin siyaset yapma alanını genişletecekti.

Öte yandan, askerlerin de bir parçası oldukları resmi söylem, AB üyeliğini cumhuriyet rejiminin tarihsel hedefi olarak tanımlıyordu. Bu koşullar altında, AB'ye üyelik süreci ve bunun gerekleri, AKP için kendisi açısından başlıca tehdit olan devletin asli sahiplerine karşı bir zırh işlevi gördü. Alttan alta "üstümüze çok gelirseniz AB rüyası biter" kartını iyi kullandılar.

Sonuç olarak, rejimin statüko bloğu karşısındaki siyasal konumu ve AB sürecinin gereklerini kendisi için bir avantaja dönüştürme politikası, AKP'nin demokrat olduğuna dair ham hayali besledi. Basit bir soruyla bitirelim. AKP 2002'den bu yana hükümet. Altı yıldır hangi demokratik adım atıldı? Lütfen cevap.