İktidar savaşı tırmanıyor. Söylemler sertleşiyor, taraflar karşılıklı hamleleriyle süreci adeta nihai hesaplaşmaya doğru sürüklüyor.

İktidar savaşı tırmanıyor. Söylemler sertleşiyor, taraflar karşılıklı hamleleriyle süreci adeta nihai hesaplaşmaya doğru sürüklüyor. Deyim yerindeyse mevzi savaşları giderek bir meydan muharebesine doğru evriliyor.
BirGün yazarlarının çoğu öteden beri yazıyoruz. Evet, yaşananlar bir iktidar savaşıdır. Bir tarafta, ABD destekli neoliberal-islamcı AKP ve onun cemaatler koalisyonu... diğer tarafta, rejimin ve devletin asli sahibi olduklarından kuşku duymayan, bu statükonun sürüp gitmesini isteyen askerler ve sivil bürokrasinin bir kısmı... “Bir kısmı” diyoruz, çünkü devlet bürokrasisinin bu çatışmadaki pozisyonu için artık toptancı bir tarif mümkün değil, AKP ve cemaatler koalisyonu yedi yıl içinde bu alanda da kayda değer bir mesafe katetti.
Saflaşmanın sivri uçları aşağı yukarı bu şekilde olsa da, çatışma toplumun bütününü içine çekiyor. Sözgelimi, AKP’nin stratejik hedefleri (toplumu yukardan aşağı devlet imkanlarıyla, aşağıdan yukarı cemaat-tarikat örgütlenmesiyle muhafazakar-islamcı bir yeniden yapılandırma stratejisi) açısından önünde öncelikli engel olarak gördüğü –başta askerler olmak üzere- muhtelif güç odaklarını tasfiye-geriletme çabası, safiyane demokratikleşme arzusu içindeki -çoğu eski solcu- bir kısım liberali AKP-cemaatler koalisyonunun cephesine çekerken... yine sözgelimi, cumhuriyetin temel değerlerinin, laikliğin ve hayat biçimlerinin tehdit altında olduğunu düşünen, esasen sol düşünce dünyasına daha yakın kesimler de saflaşmanın statükocu kanadında yer tutabiliyorlar.
•••
Biz ne dersek diyelim, bu çatışma giderek daha hegemonik bir nitelik kazanıyor. Eskiden sık başvurulan bir kavramla, ülkede politik hayatın yönünü belirleyen ‘baş çelişki’ söz konusu iktidar savaşında cisimleşiyor.
Fena olan da bu. İnsanların hayatını doğrudan etkileyen aş-iş meselesi, çalışanların sosyal-ekonomik hakları bu çatışmanın gölgesinde kalıyor, matlaşıyor, belirsizleşiyor. Dahası gündemin dışına sürükleniyor.
Elbette bunu engellemek, emekçilerin, işsizlerin, ezilenlerin, mağdurların hakiki gündemini öne çıkarmak, saflaşmayı buradan tesis etmek için –artık ne kadarsa- bütün imkanlarımızla seferber olmamız kaçınılmaz. Lakin, tam da bu noktada bir yanılgıya düşmeyelim. Bu tutum, sürmekte olan iktidar savaşı karşısında sessiz, tavırsız kalmamızı gerektirmiyor. Bu apolitik bir alanın ıssızlığına çekilmek olur.
Öyleyse?
•••
Taraflar bütün ideolojik hegemonya araçlarını seferber ettiler. Herbiri, olup bitenleri kendi prizmasından tek yanlı bir biçimde sunuyor. Eksik ve çarpıtılmış.
Bir taraf, hep yaptığı gibi olayı “askeri destekleyen yargı ile hükümet arasında yaşanan bir çatışma” olarak gösterirken (Bkz. AKP medyası: Yeni Şafak, Sabah, Taraf, Vakit vb) diğer taraf ise (Cumhuriyet, Ortadoğu, dizlerinin üzerine çöktüğünden beri utangaç muhalefet pozisyonuna çekilen Doğan medyası vb) “cemaatleri hedef alan bir savcıya bunun bedelinin ödetilmesi operasyonu” olarak sunuyor.
Bir taraf olayın “ikinci Şemdinli vakası” olduğunu söylüyor... Diğeri “yandaş yargı yaratma çabası” diyor.
•••
Esasen iki iddianın da doğruluk payı var. Aynı HSYK’nın Şemdinli soruşturmasını Büyükanıt’a kadar götürdüğü için Savcı Ferhat Sarıkaya’yı görevden aldığını unutmadık. Ama tutuklanan Erzincan Savcısının da İsmailağa cemaati ve Fethullahçıların üzerine gittiğini (yeri gelmişken, bu konuda Ahmet Şık’ın “Cemaat mi, adalet mi” başlıklı haberini okumanızı öneririm. http://www.habervesaire.com/haber/1675/), bunlarla AKP ve yandaş sermaye arasındaki ‘uygunsuz’ ilişkileri ortaya çıkardığını da biliyoruz. Dolayısıyla hakikat, bu ikisinin arasında ve ikisini de içine alan bir yerde.
“Öyleyse” diye sormuştuk. Oradan devam edelim.
İki tarafın da üstünü örtmeye çalıştığı gerçek çatışmayı deşifre etmek bize düşüyor. Tabii kolay değil. Tarafların ellerindeki imkanlar bizimkilerle kıyaslanmayacak kadar geniş ve etkili. Olsun. Birilerinin de bu memlekette –bir zaman sonra hakkının teslim edileceğinden kuşku duymadığım- doğru duruşu ısrarla savunması gerekiyor.
Ne “darbecilik, Ergenekonculuk” vb gibi ipe sapa gelmez ithamlardan çekinip AKP ve cemaatler hegemonyasının adım adım tesis edilmesine karşı çıkmaktan geri duralım... ne de yarın eline fırsat geçtiğinde –tıpkı dün olduğu gibi- bütün ülkeyi kışlaya çevirmekte tereddüt etmeyecek statüko güçlerinin “cumhuriyet, laiklik” vb ayartmasına gönül indirelim.