Türkiye’nin her maçında, İsviçre’deki yayıncı kuruluşun yönetmeni iki ayrı gösteriyi getirdi ekranlara... Biri sahadaki futbol, diğeri Fatih Terim’in saha kenarındaki şovu....

Erkeklerin dünyasında tek ve çift yılların değişik ruh hallerine ve heyecanlara sebep olduğunu herhalde bilirsiniz.

Sonu tek rakamla biten yıllar renksiz ve sıkıcıdır. O yaz, yapabileceğiniz fazla birşey yoktur; eşinizin ya da sevgilinizin tercihlerine boyun eğersiniz.

Oysa çift yıllar, hep görkemli bir yaz vadeder. Bu yıl da olduğu gibi...

Anlamışsınızdır; futbolun hayatımızdaki vazgeçilmez yerinden söz ediyorum.

Tek yılların yaz aylarında ligin iki sezon arası boşluğu uydurma transfer haberleriyle geçip giderken çift yıllarda, sırasıyla ya Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası olur. Bir aya yakın bir süre, hayatınızı maç yayın saatlerine göre organize edersiniz. Günün en ciddi sorusudur, “akşam maçı nerede seyretsem”...

•••

Dünya futbolunun son dönemine “her ne pahasına olursa olsun gol yemeyelim, muhtemelen bir tane atarız” anlayışı damgasını vurduğundan yakın geçmişteki birkaç uluslararası organizasyonu hafif bir hayalkırıklığıyla izlemiştik. Bu yıl İsviçre-Avusturya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda işin rengi bir miktar değişmiş görünüyor. Misal, bir önceki turnuvanın (2004) Avrupa şampiyonu Yunanistan -bahse konu futbol anlayışının en inatçı temsilcisiydi- bu defa salavat getiremeden gitti.

Öte yandan gruplardaki genel görüntüye bakıldığında, öncelikle gol atmayı mesele edinen takımların öne çıktığını görmek zor değil. Bu da futbolseverler adına sevindirici bir durum. Nitekim, özellikle Hollanda’nın, İspanya’nın, Portekiz’in maçları seyrine doyulmaz birer gösteri halinde geçiyor.

Burada Türkiye’den de söz etmek lazım. Herhalde turnuvanın en enteresan maçlarına bizim milliler imza attı. Bunun sebebi, “öncelikle gol atmak” düşüncesinden ziyade, oynadığı karşılaşmalarda “gol atmak zorunda kalması” idi, ki gruptaki ‘ya tamam ya devam’ maçlarının ikisinde de bunun üstesinden geldi. Hem de şaşırtıcı bir biçimde... Çünkü -İspanya’nın Yunanistan’la yaptığı iddiasız maçı saymazsak- Türkiye’den başka bir örnek yok, geriden gelip maçı lehine çeviren...

•••

Türk futbolunda bir Fatih Terim meselesi olduğu, bu turnuvada bir kez daha ağır biçimde hissedildi. Düşünün ki, bu ülkede hatırı sayılır bir insan topluluğu kendi milli takımına mesafeli duruyor, mağlubiyetlerden sonra pek üzülmeyip galibiyetlere ağız tadıyla sevinemiyor. Mesele solculuk, solcuların ‘milli hassasiyetlere’ karşı serin duruşu falan değil. Milli takımın başarılarının, başımızdaki milliyetçilik belasını kışkırtan, daha doğrusu görünür kılan bir yanı tabii ki var ama, sahadaki iki takımdan Tuncay’ın, Nihat’ın, Hamit’in, Hakan’ın forma giyenini bu nedenle tutmayacak değilim. Ama gelin görün ki, bu Fatih Terim hadisesi insanın bir an bile aklından çıkmadığı gibi, sağolsun hoca da her fırsatta kendini hatırlatmaktan geri durmuyor.

İşte, Çek maçından sonra düzenlediği coşkulu basın toplantısı. Yok Portekiz yenilgisinden sonra darağaçları hazırlanmış, kendisi ve futbolcuları idam edilecekmiş... İstanbul’a dönünce herkesten hesap soracakmış... Fatih Terim’in başında olduğu takım herşeyin üstesinden gelirmiş falan... Her zamanki gibi, futboldan uzak aynı hamasi söylem. Bir meydan okuma, bir tehdit, bir gözdağı!

Diyor ki, “Sizlerin işini de zorlaştırıyoruz. 70. dakikadan sonra yazdıklarınızı çöpe atmak kolay değil!” Allah allah! 70. dakikaya kadar yazılanlar niye çöpe atılıyormuş? Tamam, son yarım saatte Çekler’den daha üstün oynadın diye o dakikaya kadar izlediğimiz aczi yok mu sayalım!

Daha önce de benzer şeyler yaşandı. Ne vakit kendisinden umut kesilen milli takım beklenmedik bir başarı kazansa Terim hemen bir basın toplantısı düzenler, o güne kadar kendisini eleştirenlere verir veriştirir. Peki spor basını ne yapar? Büker boynunu, Terim’i göklere çıkaran, onun o akıl almaz egosunu okşadıkça okşayan manşetler atar.

Ona bu cesareti ve müdanasızlığı, -aforoz edilen birkaç örnek istisna- arkasından atıp tutan, lakin karşısına geçtiğinde eleştirel tonda soru sorma cesaretini gösteremeyen spor basınının verdiğini de kabul etmek gerekiyor. Bunu bir türlü anlayamıyorum; koca koca yazarlar Terim’den resmen korkuyor.

•••

Türkiye’nin her maçında, İsviçre’deki yayıncı kuruluşun yönetmeni iki ayrı gösteriyi getirdi ekranlara... Biri sahadaki futbol, diğeri Fatih Terim’in saha kenarındaki şovu. Hatta öyle anlar oldu ki, kimi pozisyonlardan sonra o pozisyonun tekrarından çok, aynı anda Terim’in jest ve mimiklerini merak eder olduk. Yönetmen de bunun farkında olmalı ki, ekran başındaki futbolseverleri hiç ‘üzmedi’. İki kolunu ileri geri ‘pistonladığı’ ve benim yıllardır ne anlama geldiğini kestiremediğim o meşhur Terim jesti... mütemadiyen büzülüp gevşeyen dudaklar, inip kalkan kaşlarla yüzündeki zengin mimik çeşitlemeleri... yardımcısı Müfit Erkasap’ın neredeyse dayağın eşiğinden döndüğü sinir krizi anları... insanı “işte şimdi dördüncü hakeme sille tokat girişecek” diye endişelendiren öfke nöbetleri... Hasılı, turnuva boyunca ekrana en sık yansıyan yüz Terim’inki oldu.

Bir de diğer takımların teknik direktörleriyle kıyaslandığında ‘Fatih Terim farkı’ iyice belirginleşiyor. Nasıl demeli, hani insanı bir parça mahcup eden bir fark. Belki Hırvat hoca Slaven Biliç’in fevri davranışlarından söz edilebilir ama onun ki biraz da gençliğine verilebilecek eğlenceli bir hezeyan.

Kimileri, sık sık ekrana geldiğinden haberdar olduğundan Terim’in bütün o şovu özellikle yaptığını düşünüyor ama ben o kadar emin değilim. Bana kalırsa, Fatih Terim için oynanan maçların sonuçları, turnuva öncesi ifade ettiği o şaşırtıcı “buraya eğlenmeye geldik, konuyu abartmayın” tarzındaki açıklamanın aksine bir ölüm-kalım meselesi. Öteden beri de öyleydi.

Nitekim kişisel hırsını motivasyon adı altında genç oyuncularına da enjekte edince, grup maçlarının sonunda 10 sarı 1 kırmızı kartla ‘en hırçın takım’ oluverdik. Son saniyelerde şuursuzca rakibine saldıran Volkan, bir kez daha basın tribününe parmak sallayan –bu defa parmakla yetindi; sevinmeli miyiz?- tipik bir Terim yetiştirmesi Emre gibi figürler de cabası.

(Bu arada Terim, sözünü ettiğimiz basın toplantısındaki konuşmasının yanlış anlaşıldığını söylediği bir basın toplantısı daha yaptı ama iş işten geçti. 70. dakikadan sonra yazıyı çöpe atamam!)

•••

Bu yazı yazıldığında henüz Hırvatistan maçı oynanmamıştı. Doğrusu çok umudum yok. Zaten takım oyunu olarak bizden daha üstünler. Bizim İsviçre ve Çek maçlarından ders çıkarmışlarsa, işimiz zor. Yenilir ve elenirsek en çok oradaki gurbetçiler için üzüleceğim. Onların bu tür maçlardaki anlaşılabilir halet ruhiyesine birkaç kez tanık oldum. Başlarının öne düşmesi, beni hakikaten çok mütehassis etmişti. Öte yandan kazanırsak, Fatih Terim’den yine çekeceğimiz var!

Bir de şu reklamlar... Milli takım sponsorlarının hazırladığı birbirinden sıkıcı, utandırıcı sesler, görüntüler... Onlar da bir zaman daha sürüp gidecek.