Zamanın neredeyse durduğu bir adadaydım. Sessiz, huzurlu... İki katlı taş evleri, köy meydanını labirent gibi saran kemerli dar sokakları ile sihirli bir yer. Televizyon yok, radyo yok...

Zamanın neredeyse durduğu bir adadaydım. Sessiz, huzurlu... İki katlı taş evleri, köy meydanını labirent gibi saran kemerli dar sokakları ile sihirli bir yer. Televizyon yok, radyo yok, gazete yok, cep telefonu yok. Saati de çıkarıp çantaya koydum.

Kimi yerde dağların, ormanların arasından kıvrıla kıvrıla giden, kimi yerde düz bir ova boyunca güneşin altında kavrularak uzayan yollar boyunca, her gün adanın farklı bir yerlerine gittim. Her yerde aynı sükûnet.

Dağların tepesine kurulmuş, artık terkedilmiş bir ortaçağ kentinden karşı yamaçları, derin vadileri seyrettim. Başkaları da vardı, farklı milletlerden... Herkes ortak bir sessizliği paylaşıyordu, yüzyıllar içinde virane olmuş, şimdilerde restore edilen köyün taş evlerine, yollarına bakarken.

Hergün başka bir koyda denize girdim. Soğuk yeraltı sularının karıştığı koylar...

Kaldığım evden her çıkışımda ya da eve her dönüşümde, kurutmak için duvara asılmış domateslerin, soğanların altında oturan yaşlı komşum “yasu palikari” dedi. Ben de onu selamladım.

Günler uzundu, ama tuhaftır ki, bir hafta çabuk geçti.

Bütün bir ömrümü hiç yüksünmeden o adada geçirebileceğimi anladım. Sakin, mütevazı bir ömür.

Ama kader insanlar için bambaşka hayatlar biçiyor. Hep dedikleri gibi, hayat adil değil.

•••

Evet, değil. O adayı, o sokakları, o evleri ve o insanları geride bırakıp Türkiye’ye dönünce bunu anlamak için çok fazla zaman geçmesi gerekmiyor.

Şiddet, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, bir yığın yalan dolan...

Ülkenin kaderi hiç değişmiyor.

Bazı kötü adamlar gidiyor, yerlerini yeni kötü adamlara bırakıyor.

Örgütlenmiş kötülük, kendini muhtelif kılıklarda her daim yeniden üretmeyi beceriyor.

Bu dünyada örgütlü kötülüğün üstesinden gelmek kolay değil. Çok mücadele etmek gerekiyor. Ama her şeye rağmen, iyi bir insan olarak yaşayıp iyi bir insan olarak ölebiliriz.

•••

Ali Başpınar öyle yaptı. Mücadele etti. Riskin kol gezdiği zamanlarda risk aldı. Ölümün kol gezdiği zamanlarda ölüm. İyi bir insan olarak yaşadı, iyi bir insan olarak öldü.

Son karşılaşmamız, birkaç ay önceydi. Sarılırken düşündüm, bunca acının ardından insanın gözündeki ışık hiç mi sönmez, yüzündeki gülümseme hiç mi gölgelenmez diye...

Şimdi sırası değil. Çakallığı ‘başarı’ ve ‘şöhrete’ tahvil eden küçük adamlardan söz etmek istemiyorum. Ama şunu söylemeliyim. Artık kaç kişi kaldıysak... hepimiz, yıllar içinde hakiki imtihanlardan geçmiş, mukavemet kazanmış dostluklarımızı, yoldaşlıklarımızı bugün daha fazla savunmak zorundayız. Hırsın, ikiyüzlülüğün dünyasının vadettiği pırıltılı hayatlar bizden ruhumuzu istiyor. Ama onu da verirsek bizden geriye bir şey kalmayacak.

Evet, belki şimdilerde çöle konuşuyoruz. Zamanın ruhu bu kadarına izin veriyor. Tabii ki sonsuza kadar böyle sürmeyecek.

Biz inatla devam etmeliyiz.

Sadece, boyun eğmediler ve başlarını dik tuttular, desinler.

Tıpkı Ali Başpınar’ın arkasından yarın hepbirlikte diyeceğimiz gibi.

Bu yeter.