“Her şey prototip toplumda, her şey. Fizik olarak, giyim, makyaj olarak da birbirlerine..."

“Her şey prototip toplumda, her şey. Fizik olarak, giyim, makyaj olarak da birbirlerine benzetildikleri gibi, müzik konusunda da tek tip bir şey gidiyor maalesef. Yalnız ben bu konuda toplumu suçlayamıyorum. ‘Toplum bunu istiyor ben bunu veriyorum’ şekline kesinlikle katılmıyorum. Topluma neyi verirsen onu alır. Topluma iyi şeyi verirsen bu beyin yıkanır. Şimdi bu yıkama şekline medya yardımcı oluyor. Göklere çıkarılıyor bu gencecik çocuklar ve onlar da bu gencecik yaşlarında para ve şöhreti görünce ne oldum delisi oluyor. Göklere çıkartıldıktan sonra da bir anda yerlere düşürülebiliyorlar. Bu çocuklara da iyilik olmuyor. Benim önerim kalıcı şeyler yapsınlar; bu kadar müzik eğitimleri, birikimleri olduğuna göre.

Bosna çok duyarlı olduğum bir konu ve bununla ilgili bir şiir yazmıştım ve sonra da onu besteledim. Zamanla televizyonda ve radyoda seslendiriyorum. Sayın Çiller’e, Bosna’ya gitmek istediğimi iletmiştim. Ayrıca devlet bakanımız Yıldırım Aktuna‘ya da, Kültür Bakanlığına da bu isteğimi ilettim. Neden Türkiyeli bir sanatçıyı göndermezler, üstelik ben buna istekliyim, buna ait çalışmam da var ama nedense ciddiye alınmadım.

Toplumca klakson çalma hastalığımız var. Yeşil ışık yanmasına daha vakit varken bile büyük bir heyecanla arabalar birbirini uyarıyor aklı sıra. Bu da ruh sağlığını etkiliyor bu da bir çevre kirliliği. Onun dışında dil kirliliğini ben yine çevre kirliliğinden sayıyorum. O da bayağı kötü boyutlarda. Bildiğiniz gibi biz artık neredeyse Amerikanvari bir toplum olduk. Sanki Türkçe isim yokmuş gibi restoran adlarından tutun da konuşmamızda bile birçok İngilizce sözcük giriyor. Medya da böyle fazlaca kullanıyor. Medya derken bile ben yanlış yapıyorum Türkçe bir sözcük değil. Görsel ve yazılı iletişim diyelim. Bu dil kirliliği meselesi bence son derece önemli onun üzerinde durmak lazım. Sonra bu insanlar büyük rahatlıkla arabalarının camlarından dışarıya bir şeyler atabiliyor, tükürüyor. İnsan kendi ülkesini nasıl kirletebilir. Kendi evine kıyıp da bir şeyi atamadığı gibi, burası da bir evdir, evimizdir. Bunu nasıl yapabiliyorlar anlayamıyorum. Şu anda Beyoğlu’nun durumunu da görüyorsunuz. Yazıklar olsun, o nasıl bir Beyoğlu oldu! Her taraf çöplük, pislik içinde. Yürürken ayağınıza takılır hale geldi artık pislikler. Ben başbakan olsaydım her halde tüm bunlara çözüm getirirdim.

Biz de solcuyduk bir zamanlar, bununla iftihar da ediyorduk. Ama bugün solun halini görüyoruz. Maalesef onlar üç kişi bir araya gelemezken, birbirlerini yerken, öbür tarafın ekmeğine yağ sürüyorlar. Çünkü onlar çok iyi örgütleniyorlar, çok iyi çalışıyorlar, gayet disiplinli, sistemli. Ama burada hâlâ sen-ben davası var. Yok, ismi o parti olsun, bu parti olsun; senin adına olsun, benim adıma olsun derken yiye yiye sonunda sol diye bir şey kalmadı.

Terör tabii ki hoş bir şey değil, istenir bir şey değil. Ama Kürt vatandaşlarımız ile PKK’yı karıştırmamak lazım. Bunu genelde bir karıştırma politikası olarak görüyorum ben. Bu çok yanlış bir şey. Tamam, terörizme “buyurun efendim haklısınız” diyecek halimiz yok. Ama Kürt vatandaşlarımız bizim vatandaşlarımızdır, yıllarca kardeş olarak yaşadık. Yine onlara yardım elimizi uzatmamız gerektiğini düşünüyorum. Onlara hakları verilmeli mutlaka.

Hâlâ günümüzde kadınlarımız dayak yiyebiliyor maalesef. Çok aşağılayıcı şeyler bunlar ve bunlara göz yummamak lazım. Biz mecliste kadın üyesi olan ilk ülkelerden biriyiz üstelik. Onun için bunlar çok ters geliyor ve olmamalı. Bugün köylerde bile uyanan kadınlara rastlıyorum. Bu aile planlamasını düşünebilecek kadar ileri düşünebilen kadınlarımız var. Bir yandan onları harcamamak gerek. Ama bir yandan da bütün bunlardan bihaber, kaderine razı olmuş kadınlar da var. Ayla Algan’ın da parçada söylediği gibi. Yani bir adamın karısı ile öküzü arasında bir fark göremiyor. Ama kentte olduğu halde, son zamanlarda gündeme gelen bir yazarımız bile kadına el kaldırabiliyor...”

(Radyo Kayıt Tarihi:12 Şubat 1995)