1929’dan bu yana görülen en ağır krizin bu olduğu söyleniyor. Bu seferki ataklar şeklinde geliyor ve her seferinde o sıradakini atlatmaya yönelik tedbirler alınıyor. Bunun üç nedeni var...

1929’dan bu yana görülen en ağır krizin bu olduğu söyleniyor. Bu seferki ataklar şeklinde geliyor ve her seferinde o sıradakini atlatmaya yönelik tedbirler alınıyor. Bunun üç nedeni var. Birincisi; zaten ataklar şeklinde geliyor olması. İkincisi; kapitalizm lehine topyekûn çözümünün (bu ataklar dönemini sona erdirmek anlamında, yoksa yepyeni bir kriz 8-10 seneye kalmaz, gelir) bilinemiyor olması. Üçüncüsü; sisteme alternatif bir tehdidin algılanmayışı (ki bence doğrudur). Biraz bu sonuncusu üzerinde durmak istiyorum.

1929 krizinde, o zamana göre oldukça radikal sayılan bir çözüme gidilmesinin başlıca nedenlerinden biri sisteme alternatif bir tehdidin algılanıyor olmasıydı. Ortada genç SSCB vardı, dünyada sisteme yönelik işçi hareketleri vardı. O koşullarda daha fazla işsizlik ve daha düşük ücret çözümü kapitalistleri korkuttu, devrim tehlikesinden korktular. Şimdi öyle değil. Birçok solcu ‘bu krizin arkasından sola kayma olacak’, ‘sol güçlenecek’ filan diyor ama ben bunun sistemin tehdit algılamasına yol açacak boyutlarda olacağını hiç sanmıyorum. Dolayısıyla bildikleri gibi gidiyorlar. Trilyon civarında doları kurtarma işlemine ayırıyorlar. Bunun faturası ABD halkına sosyal güvenlik harcamalarının azalması, eğitim imkânlarının azalması vb şeklindeki çıkacak ama dert değil.

Biraz da krizin üretim sektörü ile bağlantısından bahsetmek istiyorum. Krizin ana nedeni dünya ekonomisinde üretken yatırım fırsatlarının azalmış olmasıdır (Kimi bunu kapitalist ekonominin anarşik yapısına kimi ise son onyıllarda istihdam yaratıcı yeni buluşların ortaya çıkmamasına bağlıyor. Ben ikincisini daha önemli buluyorum ama konumuz bu değil). Bunun üzerine şirketler kârlarını yeni yatırımlar için alıkoymak yerine hissedarlarına dağıtmaya başladılar, bankalardan yeni yatırım kredisi almaksızın eskilerinin faizlerini ödediler. Bu durumda yatırımlar duraklarken tüketim artmaya başladı. Yatırımların ememediği para nedeniyle borçlanma ucuzladı, bu borçlanmaya dayalı tüketimi daha da artırdı. Bu, talebin yöneldiği malların (bu kez esas olarak konut idi) fiyatlarını hızla artırdı. Ev sahipleri kendilerini kâğıt üzerinde zenginleşmiş gördüler ve daha fazla borçlandılar. Bu ortamda konut üretimi hızla arttı ve bir gün konut talebi doğal olarak doydu. O zaman konut fiyatları tersine döndü (tipik Marksist aşırı üretim hikâyesi).

Finansal krizin kaynağı budur. Konut fiyatlarının tersine dönüşünden finansal krize giden yola, yani ara mekanizmalara burada girmeyeceğim. İsteyenler eski yazılarıma bakabilir. Üretken sektör üzerindeki etkisi ise henüz yeterince ortaya çıkmamış durumda. Çünkü krizin etkisinin finansal piyasalardaki etkisi bile henüz belli değil. Bunlar ortaya çıktıkça üretken sektörün kaynak maliyetleri ve mallarına olan talebi etkilenecek ve orada da sıkıntılar ağırlaşacaktır.

Son olarak Türkiye’ye etkisi konusunda: Bunun belli olabilmesi için krizin tüm etkilerinin ortaya çıkması gerekiyor. Türkiye’nin ihracat pazarlarının daralması muhtemel etkilerden biri ama en tehlikelisi, doların değerinin yükselmesi. Bazı uzmanlar ‘dolar 1.40’ı aşarsa dışarıya borçlu çok sayıda Türk firması batar’ diyor. Doların değeri yükselir, yani YTL değer kaybederse ihracat da artabilir. Bunlardan hangisi ağır basar, onu zaman gösterecek.