Şeytan dürtüyor, sen de seçim yazısı yaz diye. Çünkü haliyle en çok o yazılar okunuyor. Ben de düşündüm, seçimler hakkında...

Şeytan dürtüyor, sen de seçim yazısı yaz diye. Çünkü haliyle en çok o yazılar okunuyor. Ben de düşündüm, seçimler hakkında ne yazıayım diye. O zaman olup biteni anlamadığımı iyice fark ettim.
Şunu anlamıyorum: 1973 seçimleri kısmen hariç tutulursa memlekette oyların yüzde 70’ini (bu bazen yüzde 80’lere çıkıyor) sağ partiler alıyor ve bu değişmiyor (bu bağlamda CHP’yi sağ saymıyorum, çünkü memleketin politik düşünüşünde CHP ile sağ partiler ayrı şeyler olarak mütalaa ediliyor).
Sosyologların tespitlerine bakarsak bu bana tuhaf gözüküyor. Çünkü memlekette dış, ama özellikle de iç göç oranı yüksek. Üniversite mezunlarının oranı artıyor. Yoksullaşma artıyor, gelir dağılımı giderek bozuluyor. Yani, böyle bakarsanız köprülerin altından çok sular aktı, akıyor ve yüzde 70 sağ oy oranı değişmiyor. Sadece kendi içinde Kürt meselesi ve yükselen siyasal İslam nedeniyle radikalleşti. Yani sisteme tepki gösterecek hale düşenlerin sayısı bu kadar artmışken nasıl oluyor da bu yüzde 70 değişmiyor ? Tamam, radikal sağ kendisini sisteme muhalif gösteriyor ama sosyalist sola neden hiç oy gitmiyor, anlamıyorum. Ben sosyalist solumuzu en çok eleştirenlerden biriyim ama nasıl olur da bu tepki gösterecek hale düşen milyonlarca insan içinde, hiç olmazsa yerel seçimlerde sosyalist sola oy vererek “one minute” diyecek olanlar çıkmaz? 12 Eylülde ve sonrasında hapishanelerden geçmiş olanların ailelerinin sayısı bile epey ediyor. Seçimlerden sonra beni düşündüren bu oldu.
Şimdi bir başka konuya geçmek istiyorum. O da son yazılardan birinde de kısaca değindiğim Pakistan. O yazılarda Immanuel Wallerstein’in Pakistanı işaret ettiğini söylemiş, bunun altını çizmiştim. Amerikan Foreign Policy dergisinin son sayısında bir yazı var, “Salaklar için Pakistan” diye. “Washington’da herkes Pakistan’ı konuşuyor kimsenin doğru dürüst bir şey bildiği yok” diye başlıyor ve Pakistan’daki siyasi kuvvetleri tanıtıyor. Okuyunca gerçekten çok karışık olduğunu görüyorsunuz, tıpkı Ortadoğu gibi. Önemli olan “Washington’da herkesin Pakistan’ı konuşuyor” olması. Demek ki Wallerstein yine haklı, bakmamız gereken yer orası. Orada Hindistan, mecburen Çin ve tabii ABD’nin dışında kalamayacağı bir siyasal çorba var bunun içinden ciddi bir savaş çıkabilir. İran’ın da bu işin içinde olduğunu düşünmek için çok nedenimiz var. Obama’nın ABD birliklerini Irak’tan aşamalı olarak çekeceğini Afganistan’daki ABD kuvvetlerini güçlendireceğini de biliyoruz. Sanırım yeni savaşın nerede çıkacağı aşağı yukarı belli olmuş durumda.
Kısa süre önce Çin deniz devriyesi Çin denizinde seyreden bir ABD gemisini taciz etti, Çin karasularına girdi diye. Bu küçük olay ABD basınında önemli yer aldı çünkü sembolik önemi büyüktü. Çin barış istiyor, barış sürecinin, zamanın kendisine çalıştığını düşünüyor ama bunun için her şeye sessiz kalacağının düşünülmemesini de istiyor.
Ben burada kessem iyi olacak, pek anlamadığım sularda kulaç atmaya başladım. Derdim şu: Şimdi Güney Asya’ya bakmak gerekiyor. Giovanni Arrighi David Harveyle yaptığı söyleşide diyor ki: Bush ABD’nin hegemonik gücünü kaybetme sürecinde olduğunu gördü ama buna agresif bir tepki vererek bu süreci daha da hızlandırdı. Şimdi Obama da aynısını yaparsa bu süreç daha da hızlanır.
Anlaşılan bunu Güney Asya’da göreceğiz.