Bu yazı, şehrin insanlarının rahatça soluyacağı meydanların, estetik boyutta zevk alabileceği heykellerin yapılacağı günlerin özlemini taşıyor....



Geçtiğimiz yıllarda Danimarka’nın önemli sembolleri arasında kabul edilen küçük denizkızı heykeli, şehir eşkıyalarının artan saldırıları yüzünden daha güvende olacağı denizin iç taraflarına bir yere taşınmıştı. İstanbul için de bir sembol heykel olsa, korkarız başına aynı şeyler gelecektir. Hatırlayınız önceleri İstanbul Tarabya’da, Kabataş’ta parklardaki heykeller kırılarak yok edilmemişler miydi?
İstanbul’un 90 sonrası gelişimine bakarsanız göç politikalarıyla ya da nüfus artışıyla şehrin nereye gittiği çok açık: Oluk oluk insan akan kaldırımlar, üst üste otobüsler, tıkanık trafik, meydansızlık, oyuncak metro, plazalar ve İngilizce tabelalar… İstanbul’u gerçekten çok seviyoruz, ama gözlerimiz kapalıyken.
Dağ taş ev araba doldu, herkes inşaattan ev alma telaşında, hatta bir nevi proje patlaması şeklinde topraktan daire satışları revaçta. Otomobiller sıfır faizle, marketlerde alışveriş altı taksitle…

Ama olsun sıkın dişinizi 2010 da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olunca tüm dertler bitecek. O tarih gelince her şey düzelecek, barajlar da su dolacak, şehir yeni peyzajıyla modern bir kent görünümüne de kavuşacak. Hem Boğaz’da tüp geçit ve 3. köprü bitecek, Haydarpaşa ve çevresi Manhattan’a dönüşecek, Sivriada’ya 110 metre yüksekliğinde bir semazen heykeli dikilecek, Leonardo da Vinci’nin köprü projesi “çağdaş bir tasarımla” Haliç’e inşa edilecek..
Bu arada İstanbul’un sembolü olacak heykel fikrini neden unuttuk ki anlamış değilim?

Temmuz 2005’te İstanbul’da yapılan Uluslararası Mimarlık Kongresi’nde “İstanbul’un sembolü ne olmalı?” tartışmalarına tanıklık etmiştim. Ne oldu neden kapatılıverdi bu konu, gündemden düştü? Heykellere tüküren, heykellere saldıran, bir dünyada yaşıyor olsak da İstanbul’da bazı yerlere ünlü büyüklerimizin heykellerini anıtlarını güzelce yerleştirebilmişiz neyse ki.

Sembol Heykel için Haydarpaşa ya da Kadıköy Mendireği konuşuluyordu o süreçte. Ancak bu tartışmanın üzerinden üç yıl geçti, tepkiler üzerine bu projeden neden vazgeçildi bilmiyorum. Çünkü üç yıldır belirsizliğini koruyor. Oysaki Avrupa’da meydan deyince hemen aklımıza heykeller geliyor, bizim meydanlarımızda ise siyah gözlüklü kestaneciler, mısırcılar nöbet bekliyor. 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olacaksa ve bir sembol heykel, bir logo çalışması yapılacaksa bu görev asla üniversitelerin güzel sanatlar fakültesi hocalarından oluşan komisyona bırakılmamalı. Çünkü üniversitelerin gündemi heykeli tartışamayacak kadar meşgul. Onların dertleri bini aşmış durumda. Sağlıklı kararlar alacakları durumda değiller. Bu görev profesyonel isimlere verilmeli. Örneğin, Frank Gehry veya Zaha Hadid gibi bir isme.
Hiç fark etmiyor musunuz? Çok kültürlülük çok dinlilik içerisinde yüz yıllar boyu bu kentte yaşayan, göçeden insanlar en büyük kültürel zenginliğimiz bizim. İstanbul’un sembol heykelinin ne olabileceğini düşünürken, elimizde o kadar çok kültürel varlık mevcut ki onlardan beslenmemek olmaz: İstanbul’un silüetinde ilk göze çarpan; camiler, Kız Kulesi’nin masalsı görüntüsü, Rumeli Hisarı, Surlar, Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Küçük Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Medusa Heykeli, Galata Kulesi, Adalar, Kadıköy, Ortaköy, Bebek, Sarıyer, bahar sabahlarında Boğaz’da oluşan yakamozlar, akşamları Boğaz’a gerdanlık gibi dizilen köprüler ve erguvanlar… Bunlar ilk akla gelenler. İstanbul aylarca gezseniz de bitmeyecek bir şehir. Gezmek için güzel bir şehir ama yaşamak için girizgahta da söylediğimiz üzere maalesef aynı güzel şeyleri söyleyemeyiz. Nüfusunun fazla olması, trafik sorunu ve şehrin güvenliğinin git gide azalması yeter de artar bile.
Roma’yı Pantheon’la veya Colosseum’la veya Fontana di trevi ile veya İspanyol merdivenleri ile simgeleştiremiyorsak, İstanbul’u da tek bir sembolle simgeleştiremeyiz. Onun için tek bir eser, simge olarak İstanbul için yetersiz kalacaktır. İstanbul’u çok yönlü çağrıştıracak bir yapı oluşturmalıyız.

Çöplük ve yazı tahtası, çok katlı otel ya da tuval görevi gören tarihi eserler olumlu düşünmemize engel olsa da, İstanbul’a ait göndermelerin olduğu, metaforik olarak kıvrımların, denizin, yakamozun, martının içinde olduğu şaşırtıcı birşeyler yapmak zorundayız. İlle de büyük bir heykel yapmamıza gerek yok. Kopenhag’ın sembol heykelinin küçük bir denizkızı olduğunu unutmayın.
Artık vakit geçirmeden radikal kentsel kararlar almanın zamanı geldi de geçiyor. Kenti yaşayan bizlere de korumak, yaşatmak ve geliştirmek anlamında çok büyük görevler düştüğünü hatırlatmak da fayda var elbette. Bir mimar/kent planlamacı/peyzaj mimarın, İstanbul’da serbest alanlara, meydanlara, insanlarımızın acil ihtiyacı olduğunu çıkıp söylemesi gerekir? Bu görüşleri sadece müşterilerine söyleyerek para kazanma düşüncesindeki şehir plancıları bu sorumluluğu almak zorundasınız! İnsanlarımızın da, çocuklarının şehirde oyun oynayamaması konusunda şikayetlerini, çıkıp yüksek sesle seslendirmeleri gerekir. Bu yazı, şehrin insanlarının rahatça soluyabileceği meydanların, estetik boyutta zevk alabilecekleri heykellerin kazandırılacağı günlerin özlemini taşırken, bu beklentilerimize cevap bulabilmek için daha ne kadar bekleyeceğimizi doğrusu kestiremiyoruz. Ama başka bir kutlama için üç ay süremiz kaldığını da çok iyi biliyorum. Çünkü, İstanbul’un Fethi’nin 555. yılına şunun şurasında 3 ay kaldı. O yönde hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordur muhakkak. Böyle anlamlı bir dönemin arifesinde, biz neler söylüyoruz değil mi? (Kaynak: http://www.tate.org.uk/)