İnsanın sürekli kolesterol kuşatması altında hissetmesinin yol açtığı psikolojik tahribatın kolesterolden daha zararlı olduğunu düşünüyorum…

İnansam mı inanmasam mı bilemedim. Kanadalı bilim insanlarının yaptıkları araştırmaların sonucunda tereyağı kendisine yönelik suçlamalardan beraat etmiş. Dahası iade-i itibarda bulunulmuş.

Anadolu Ajansı’nın haberine göre, tereyağı kalp krizi riskini ve kolesterolü düşürüyor, şeker hastalığı ve obezitenin tedavisine iyi geliyormuş.

Haberin devamında meselenin bilimsel boyutları da var ama sıradan fanilerin anlayabileceği şeyler değil. Konunun uzmanı olmak lazım.

Küçük bir parantez; sığır eti de (yani ‘kırmızı’) tıpkı tereyağı gibi temize çıkmış. İyi haber!

•••

Aile içinde bitkisel margarinlere iflah olmaz düşmanlığıyla tanınan babamın bir iddiası vardı. Tereyağının kolestrol, damar sertliği ve haliyle kalp hastalıklarının başlıca müsebbibi olarak gösterildiği dönemlerde, bu iddialara şiddetle itiraz eder, kanıt olarak köyde geçen çocukluk yıllarına dair gözlemlerini aktarırdı.

Babama göre, köyde sadece tereyağı tüketilen dönemlerde kalp hastalığına rastlanmazken, margarinin mutfaklara girmesiyle birlikte (ya da bir süre sonra) kalp sektesinden ölümler başlamış. Bu gözlemden yola çıkarak, tereyağının sağlığa zararlı olduğu iddialarını margarin tekellerinin ve onlarla işbirliği yapan medyanın dezenformasyonuna bağlardı.

Tabii çocuktuk... Yok kolesterol, yok damar sertliği gibi dertlerle hiçbir rabıtamız yoktu, doğal olarak. Margarin reklamlarının ‘albenisine’ kapılır (o reklamların yıllar sonra internette birer komiklik vesilesi olarak gezdiğine de tanık olduk) Sana, Flora falan yemek isterdik. Lakin yakalanmamak kaydıyla! Çünkü babam, ne zaman buzdolabında bu margarinlerden birini bulsa, tuttuğu gibi balkondan Golf Kulübü’ne fırlatırdı. (Ankaralılar bilir; Golf Kulübü, Aydınlıkevler’in bütün kuzey cephesini boydan boya çevreleyen geniş bir araziydi. Eskiden ecnebiler –ve belki de yerli zenginler- için geniş bir golf parkuru vardı. Şimdiki Altın Park. Belki bir gün oranın hikâyesini de anlatırım.)

O vakitler sinirlenirdik babama... Ama yıllar geçince, onun margarin düşmanlığı da birçok şey gibi kardeşler arasında anlatılıp gülüşülen bir hatıra oldu. Bastırılmış bir solak olduğunu margarini fırlatırken sol elini kullanmasından çıkarmıştık mesela...

•••

Yazıya “inansam mı inanmasam mı” güvensizliğiyle başlamamın nedenini tahmin etmişsinizdir.

Gazetelerin, beslenme, sağlık vb sayfalarının değişmeyen malzemelerinden biridir bu mesele... Hangi gıda sağlığa zararlı hangisi faydalı... Ama bu haberler namütenahi birbirini tekzip ederek gider. Özellikle bazı yiyeceklerin kanserle ilişkisi sonu gelmez bir tefrikadır. Sözgelimi domatesin kansere sebep olduğunu da kanserin bir numaralı ‘ilacı’ olduğunu da, üstelik birkaç gün arayla aynı gazetede okuduğumu hatırlıyorum. Dolayısıyla, bu haberleri ciddiye almamız halinde, sağlığımızı sözünü ettiğim sayfaların editörlerinin insafına terketmek gibi acayip bir duruma düşebiliriz.

Mesele sadece, beslenme sayfası editörlerinin çeviri seçimleri de değil. (Bu yazılar genellikle sağdan soldan tercüme edilir, yanına da kutu içinde bir ‘uzman’ın fikirleri yerleştirilir.) Şimdilerde tereyağının faydalarından söz edilir oldu ya, bir takım beslenme uzmanları, diyetisyenler aslında margarinin ne harika bir gıda olduğunu anlatmaya giriştiler. İnternete hızla gözattığımda bu konuda bir kampanyanın başlatıldığını müşahade ettim. İnsan ister istemez işkilleniyor, acaba şöyle şeyler mi oluyor diye... Falanca margarin firmasının halkla ilişkilerinden gazeteyi arıyorlar, filanca diyetisyenin margarinin faydaları üzerine açıklamalarını haber yaparsanız biz de size şu kadar reklam veririz, diyorlar. Tabii bunlar komplo teorisi!

•••

Biliyorum, böyle bir yazı BirGün’ün genç okurlarının zerrece ilgisini çekmeyecek. Çünkü bu meseleler daha ziyade yaşla ilgilidir. Yani orta yaşı azıcık geride bırakıyor olma duygusu ve bunun fiziksel sonuçları... Gerçi bunu da çok abartmamak lazım. Sözgelimi geçenlerde ziyaretine gittiğim benden daha yaşlı bir dostum, ekmeğini ve yoğurdunu evde kendisinin yaptığını söyledi. Ağır bir diyet uyguluyordu. Neyse ki ısrarlarımı kıramayıp gözleme yemeyi kabul etti. Belli ki özlemiş, ilk gözlemeden sonra gözleri parladı. Tam kalkacağız, “bir tane daha söyleyip paylaşalım mı” demez mi!

İnsanın kendini sürekli bir kolesterol kuşatması altında hissetmesinin yol açtığı psikolojik tahribatın kolesterolden daha zararlı olduğunu düşünüyorum. Kimileri brokoli haşlamanın eziyeti yerine tereyağlı pilavla kuzu eti yemenin mutluluğu için bazı fedakârlıklarda bulunmayı göze alabilirler. Yani, belki daha kısa ama daha yoğun bir hayat prensibi!

Neyse... Tereyağı diye başlamıştık, onunla bitirelim. Babam belli ki haberi okumamış. Yoksa telefon ederdi, “gördün mü, baban yine haklı çıktı” diye...