Türkiye’de Marksizm’in bir metot olduğunu, Türk aydınlarının önemli bir kısmının bunu unutup Türk toplumunu Marx’ın Batı’yı analizinin çerçevesine

Türkiye’de Marksizm’in bir metot olduğunu, Türk aydınlarının önemli bir kısmının bunu unutup Türk toplumunu Marx’ın Batı’yı analizinin çerçevesine oturtmaya çalıştıklarını, oysa yapılması gerekenin o metodla Türk toplumunun incelenmesi gerektiğini söyleyen  düşünce akımları vardır. 1960-70’lerde Türkiye’nin de feodalizmden gelip kapitalizm içinde yol alan bir ülke olduğu yorumuna karşı bu akımın mensupları Osmanlıların feodal bir sisteme sahip olmadıklarını göstermeye çalıştı, bir kısmı buna Asya tipi üretim tarzı dedi. Hatırladığım kadarıyla Halit Refiğ o tartışmalarda aktif olarak yer almadı ama o da kendi tarihimizin ve bugünümüzün gerçeklerini anlamayı birinci planda tutan biriydi. Kemal Tahir de öyleydi. Tabii herkes kendisinin de böyle yaptığını söyleyebilir ama bu onların ayırt edici özelliği idi. Toplumu belli bir teorinin kavramlarına göre yorumlamaktan ziyade toplumun kendisini anlamaya ve tanımaya çalıştılar. Bunun empirizmin labirentlerinde kaybolmaya neden olacağı da söylenebilir ama o uzun ve ayrı bir tartışma konusu.
Halit Refiğ, Kemal Tahir’in romanlarını sinemaya aktarmaya çalıştı. Bunun ilk örneği ‘Yorgun Savaşçı’ filmidir. Üzerinde çok tartışma yapılan bu filmin devlet görevlileri tarafından yakıldığı söylenir.
Beni bugün bu konuda yazmaya iten Bülent Ecevit’in Halit Refiğ’den Kemal Tahir’in büyük romanı ‘Devlet Ana’yı filme çekmesini istemesi oldu. Bilmiyordum, Halit Refiğ’in vefatı üzerine gazetelerde çıkan yazılardan birinden öğrendim.
Bülent Ecevit, Abdülhamit’in boğdurduğu Mithat Paşa’ya çok önem verirdi. ‘Mithat Paşa ve Türk Ekonomisinin Tarihsel Süreci’ başlıklı bir kitap da yazmıştı. Mithat Paşa’nın Osmanlı devleti döneminde içine düşülen bataklıktan çıkma çabasında çok değerli bir figür olduğu kanısında idi. Tabii bunlar Devlet Ana’nın filme çekilmesini istemesine neden ilgi duyuyordu o halde sorusuna yol açmayabilir. Bunlar sadece Osmanlı’da keramet aramadığını gösterir. Ne var ki Kemal Tahir’in romanları ve Halit Refiğ ile Bülent Ecevit’in bunların film yapılmasını istemeleri yine de ilginçtir. Bizimkisi doğuştan farklı bir devlettir, devlet anadır düşüncesi mi? Mehmet Ali Aybar’ın ceberrut devlet tezinin reddi mi?
Bu tür ilgiler, belki iyi ve farklı bir taraf çıkar dürtüsünden kaynaklanan ilgiler tehlikeli sularda yol almak demektir. Atalarımızın en önemli mali kaynağı askeri güçle boyun eğdirdiklerinden haraç almaktı. Samir Amin buna haraççı üretim tarzı der. Bu saatten sonra bunu görmeyip safça tarih eşelemelerinden ne umut edilir, anlamak zordur. Belki kültürel değişimimiz açısından ipuçları vardır ve bu bugünü anlamlandırmak bakımından önemli olabilir. Asıl dert bu mu idi, bilemiyoruz.
Kemal Tahir büyük sanatçıydı ama bilimsel tarih açısından ne derecede önemli bir kaynak sayılırdı, orası da (hem de oldukça) şüpheli.
Bunlarla birlikte söz konusu düşünce akımlarının doğrudan Türkiye gerçeğine bakmak ve onu anlamaya çalışmak gibi değerli bir yanları vardı. Bunu yaparken başka tür toplumları açıklamak için işe yarayabileceğini ama burada geçerli olmayacağını düşündükleri teorik gözlüklerin görüntüyü bulandırabileceği kanısıyla davranırken empirizme düştüklerini söyleyebiliriz ama onların bir kısmı da bir metot olarak Marksizm’i yaratıcı şekilde Türkiye’ye uygulamaya çalıştıklarını söylerlerdi.
Ben Türkiye sosyalistlerinin yüzlerini topluma döneceklerini söyleyip döndüklerinde yine işçi sınıfı, küçük köylülük, sermaye vb’den başka bir şey göremediklerini, bunun ötesine hâlâ geçemediklerini düşünürüm, bunu birkaç kez yazmıştım. O nedenle Halit Refiğ’in filmlerinden, Bülent Ecevit’in kitaplarından, Hilmi Yavuz’dan ve daha birçoklarından öğrenebileceklerimiz olduğunu düşünürüm. Onların da aslında birçok şeyi göremediklerini, gördüklerinde de gördükleri kadarıyla kaldıklarını düşünsem de. Kısacası iki tarafın da birbirinden öğreneceği çok şey olmalıdır ama olamamasının bir nedeni herkesin sadece kendi cemaat okuluna devam etmesi ise ötekisi de kimsenin kendi yaklaşımını yeterince işleyememesi, geliştirememesidir.