Yıllar öncesinin tiyatro oyuncusu Mehmet Ali Erbil, 50 sarışınla TV programı yapıyor, Devlet Tiyatrosu’ndan emekli Atilla Olgaç...

Yıllar öncesinin tiyatro oyuncusu Mehmet Ali Erbil, 50 sarışınla TV programı yapıyor, Devlet Tiyatrosu’ndan emekli Atilla Olgaç Rum askerlerini öldürdüğünü tasvir ediyor, Ali Sürmeli Anadolu Birleşik Devleti’ni kuralım diyor, AKM bir yıldır onarılmayı bekliyor, tiyatrocuların dramaturgi ve iktidarla polemikleri ya da kendi aralarında atışmaları, hem şehir hem de devlet tiyatrolarında benzer şekilde devam ediyor... Tiyatro seyircisinin de kafası karışmış olmalı…
Bu hafta Dünya Tiyatro Günü’nü kutlayacağız. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) 27 Mart 2009 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi’ni bu yıl Augusto Boal hazırladı. Augusto Boal, Brezilyalı bir tiyatro insanı. Çalışmalarıyla tiyatroyu demokratikleştirmek, ezilenlerin sesi haline getirmek için yaklaşık yarım yüzyıldır çabalıyor. 1960’lı yıllarda Brezilya’da Arena Tiyatrosu’nda çalışırken askeri darbe nedeniyle ülkesini terk etti. Peru’da, “Ezilenlerin Tiyatrosu” çalışmalarını başlattı. Tiyatronun, hayatı değiştirmenin bir aracı, seyircilerin ise pasif bir konumda oyuncuları izlemekle yetinmeyen aktif katılımcılar haline getirilmesini amaçlayan bu girişim, kısa bir süre içinde Güney Amerika sınırlarını aştı ve dünyanın birçok ülkesinde politika ve tiyatro üzerine kafa yoran sayısız kişinin esin kaynağı oldu. Bildiriyi, bu topraklarda kötü tiyatro yapanlara adıyoruz;
“Bütün insan toplumları gündelik yaşamlarında görülmeye değerdir. Bazı özel durumlar için gösteriler yaparlar. Görülmeye değer olan toplumsal düzen içindeki davranış biçimleridir. Bunlar tıpkı izlemeye gittiğiniz türden gösterilerdir. Farkında olunmasa da insan ilişkileri teatral bir yapı izler: mekân kullanımı, beden dili, sözcük seçimi ve ses tonunu ayarlama, düşüncelerle duyguların yüzleşmesi, sahnede gösterdiğimiz ve yaşadığımız her şey. Bizi var eden tiyatrodur. Düğün ve cenaze birer gösteridir. Günlük ritüeller de gösteridir; fakat öylesine kanıksanmışlardır ki farkına bile varmayız. Bir yandan gösteriş ve zenginlik öte yandan sabah kahvesi, karşılıklı günaydınlar, utangaç aşklar, büyük tutku fırtınaları, bir senato oturumu ya da diplomatik bir toplantı; hepsi tiyatrodur. Sanatımızın asıl işlevlerinden biri insanları oyuncuların aynı zamanda seyirci oldukları, sahnenin yeryüzüyle buluştuğu gündelik yaşam gösterilerine duyarlı kılmaktır. Hepimiz sanatçıyız: tiyatro yaparak aslında apaçık olanı görmeyi öğreniyoruz, çoğunlukla bakmadığımız için göremediklerimizi. Kanıksadıklarımızı keşfediyoruz: tiyatro yaparak gündelik yaşam sahnemizi aydınlatıyoruz. Geçen yıl eylül ayında bir tiyatronun perde açmasıyla hepimiz şaşkınlığa uğradık: Uzak ve vahşi yerlerde süregelen savaşlara, soykırımlara, katliamlara ve elbette işkencelere rağmen güvenli bir dünyada yaşadığını sanan, paralarını bazı saygın bankalara yatıran veya piyasadaki dürüst bir tüccara emanet eden bizlere bu paranın aslında var olmadığı, sanal olduğu, ne güvenilirliği ne de saygınlığı olan sahici ekonomistlerin uydurduğu acıklı bir masal olduğu söylendi.
Her şey sadece kötü bir tiyatro oyunuydu, birkaç kişinin kazandığı çoğununsa kaybettiği karanlık bir komplo. Zengin ülkelerdeki bazı siyasetçiler birkaç sihirli çözüm ürettikleri gizli görüşmeler düzenlediler. Böylece biz izleyiciler, onların verdikleri kararların kurbanı olan bizler balkonun en arka sırasında öylece kaldık. Yirmi yıl önce Rio de Janeiro’da, Racine’in ‘Fedra’ adlı eserini sahneledim. Sahne dekoru oldukça cılızdı: yerde inek derileri, etrafta bambular. Oyuncularıma her gösteriden önce şöyle söylüyordum: “Her gün yeniden yarattığımız kurgu sona erdi. Şu bambuları geçtikten sonra hiçbiriniz yalan söyleme hakkına sahip olmayacaksınız. Tiyatro gizlenmiş gerçektir.” Olayları incelediğimizde bütün toplumlarda, etnik gruplarda, sosyal sınıflarda ve kastlarda ezen ve ezilen insanları görürüz: gördüğümüz adaletsiz ve zalim bir dünyadır. Başka bir dünya yaratmak zorundayız çünkü bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Kendi yaşamımızda ya da sahnede oynayarak bu başka dünyayı var etmekse bizim ellerimizde. Başlayacak olan gösteriye katılın ve dostlarınızla eve döndüğünüzde kendi oyunlarınızı oynayın, gözünüzün hiç göremediğine dönüp bir bakın: apaçık olana. Tiyatro sadece özel bir etkinlik değil bir yaşam biçimidir. Hepimiz oyuncularız: “Yurttaş olmak bir toplumda yaşamak değil o toplumu değiştirmektir.”