Geçen haftaki köşede ele aldığımız GDO’lu enzimleri içeren deterjanlar Türkiye’de var mı? Sorumuza Türkiye’nin değişik bölgelerinde okurlar epeyce ses verdiler. E-posta yolu...

Geçen haftaki köşede ele aldığımız GDO’lu enzimleri içeren deterjanlar Türkiye’de var mı? Sorumuza Türkiye’nin değişik bölgelerinde okurlar epeyce ses verdiler. E-posta yolu ile en çok sorulan şey bu deterjanların hangi markalar olduğu üzerinde yoğunlaştı. Zaten biz de bunu öğrenmek istiyoruz.

 

Öte yandan benim fark etmediğim bazı detayları okurlar hatırlattılar. İstanbul’dan Mehmet Uzun isimli okurumuz köşe yazısını gördükten sonra bazı firmaların ambalajlarını incelediğini ve içerikler bölümünde okunmayacak kadar küçük yazılar ile yalnızca “enzim ya da parfüm” bulunduğunu yazdığını ancak iri iri de “bu ambalaj kâğıdı çevreye zarar vermeyen maddelerden yapılmıştır” diye nakşedildiğini fark etmiş.

 

Sağolsun. Güler misin ağlar mısın hali her köşeden karşımıza çıkıyor. Okurlardan tepki çok da firmalardan henüz bir açıklama gelmedi. Aslında yanlış ifade etmiş olmayayım, birincisi bendenizin firmalardan bir açıklama yapılacağı gibi bir beklentisi zaten yoktu. Sermaye köşeye sıkışmadan açıklama yapmaz. Yapmayacaktır da. İkinci olarak Türkiye’deki deterjan üreticisi firmaların sattıkları ürünün formülasyonu konusunda (özellikle de kullanılan enzimlerin kökeni ile ilgili) en küçük bir bilgiye sahip olduğunu da sanmıyorum.

 

Ancak asıl ilginç olan ne bir Sivil Toplum Kuruluşu’ndan, ne Sağlık ya da Çevre Bakanlıkları’ndan en küçük bir tepkinin ya da çabanın bize ulaşmamış olması.

 

Bu durumda Türkiye’de satılan deterjanlarda GDO bakterilerden üretilen enzimler var ise bu gerçeği ancak yıllar sonra öğrenme şansımız olacak. Nasılsa bize bir şey olmaz. Sorun değil. Tarih yargılasın.

 

Ancak STK’lardan hiçbirinin en küçük bir tepki göstermemesi hatta bu konudan haberdar bile olmaması daha şaşırtıcı. Ya da yandaki yazıyı okuyana kadar öyleydi. Öğrendik ki böyle bir beklenti benim bilgisizliğimden kaynaklanmış. STK’ların son yıllarda sayısal olarak artması pek bir anlam taşımıyor zira uğraştıkları konular açısından bakıldığında Türkiye’de henüz emekleme aşamasında. Ancak kızılacak bir taraf yok zira daha acil konulara yoğunlaşmak zorundalar. Örneğin nükleer ihaleleri kapıda, Karadeniz’de sahil otoyolu bitmiş, her yerde hayvan hakları ihlalleri yaşanıyor, evcil olan ama bir evi olmayan hayvanlar sokaklarda yaşam savaşı veriyor, yüzlerce türün nesli tükeniyor, ormanlarımız cayır cayır yanıyor, hangi çevre derneği, hangi çevre örgütü hangi bir dert ile uğraşsın.

 

Öte yandan özellikle kentsoyluların organik tarım konusunda bilinçlendiği görülüyor. Biz GDO domatese bulaşmasın diye uğraşırken o ambalajlanıp evimize gofret, deterjan hatta bebek maması olarak giriyor. Sinsice. Ne var ki yanan ormanların sıcaklığı yüzümüzü yakarken deterjanın pisliği ile ilgilenemiyoruz.

 

Böyle mi olacak? Sessiz mi kalacağız? Kepazelikleri sıraya mı koyacağız? Her şeyi STK’lardan beklersek öyle. O halde yurttaş olarak bir şeyler yapacağız. Sadece sayın başbakan değil hepimiz “çevrecinin daniskası” olacağız. Elbette gereken yerlere kişisel de olsa dilekçeler yazılacak. Firmalara bu soru bir şekilde sorulacak. Cevap mı? Yoktur denecek. Neden mi? Çünkü bunu ölçebilecek bir teknoloji varsa da kullanılmayacak. Tarih dışında sığınacak bir yer kalmayınca. Şimdiki sermaye çoktan bu dünyadan göçüp gidecek ve torunları başka ürünleri ambalajlayacak. Biz de belki organik elma yiyebilip, organik çay demleyebileceğiz ama GDO bulaşık gömlekle gezeceğiz.