"Özal, karısını ayrı bir yere koyardı. Hatta İstanbul il başkanı, başbakan yapmayı falan düşündü..."

"Özal, karısını ayrı bir yere koyardı. Hatta İstanbul il başkanı, başbakan yapmayı falan düşündü kendi Cumhurbaşkanı olduğunda. Ecevit biliyorsunuz, eşini sürekli kendinden bir önce ya da bir sonraki en yüksek makama getirmeyi seviyor. Bunlar o dönem hayatımızın yüz karasıydı. Ve bu komedinin ne derece dayanılmaz bir hal aldığını vurgulayan gazete de yok gibiydi. Komik bir anımı anlatayım size. Ama sanırım sansür yapmam gerekecek: Hanedan olayının en ayyuka çıktığı günlerde Türkiye’de bir olayın komik ve dramatik bir şekilde dayanılmaz boyutlar aldığı bir süreçti. Bir tiyatro sanatçısı arkadaşıma telefon ettim, adı bende kalsın. Dedim ki; 'yahu bu iş dayanılmaz bir hal aldı, gel seninle bir eylem yapalım' dedim. 'Saçlarımızın yarısını keselim, sol taraftan yarı bir bıyık bırakalım'. Başka protesto edecek bir şekil, ortaya konulacak bir tavır kalmadı. 'Ama telefonlarımız dinlenebilir' dedi, 'sen şimdi bunu söylememiş ol' dedi, telefonu kapadı. Ben hayatımda hiçbir avangart sanatsal fikrimi şimdiye kadar GAP’ı gabtırmam diyenler gibi gabtırmadım. Bu fikrimi daha sonra benden önce ya da aynı anda benimle düşünen işçiler uyguladı, grev sırasında 1989'du sanırım. Ve o gün ilk defa düşündüğüm ve uygulamaya koyacağım fikrin benden önce uygulandığını gördüm ve bunu işçilerin yaptığını görünce gurur duydum.

Bir insan kalkıp birini tabancayla vuruyor, bu, suç oluyor. Ama bir başka gazete veya dergiler pislik yuvaları adı altında Atatürkçü Düşünce Derneklerinin ve diğer çağdaş derneklerinin adres, telefon ve isimlerini yayımlıyor. Öte yandan Toktamış Ateş ile alay ederek 'albay kod adı kemal şişman Türk' diye onu hedef gösteriyorlar. En olmadık şekilde din, devlet ve demokrasi arasında kavram kargaşası yaratıp halkı sanki demokrasi isteyen herkes din düşmanıymış gibi havaya sokuyorlar. Sonra bunların adı adres vermek dâhil, suça ve öldürmeye teşvik dâhil düşünce suçu oluyor. Şimdi insan hakları ve demokrasi adına biz düşünce suçu diye bu kişileri açıkta bıraktığımız zaman demokrasiye hizmet mi, ihanet mi etmiş oluyoruz? 'Ben kendim bişey yapmadım, buyurun şu kişileri öldürün diye adres, isim ve emir verdim ve işin kavramsal kargaşasını yarattım'. Bu şimdi düşünce suçu mu değil mi? Hayır, değil. Bu provakasyon, tahrik ve bunlara müsemma gösterilmesi düşünülemez. Çünkü her ülke kendini korur, her rejim kendini korur. Demokrasiler de Cumhuriyetler de enayiler rejimi değildir.

 
163. maddenin kaldırılması bir hataydı, 89-90 yıllarında. Muammer Aksoy, Türkan Saylan, Aysel Ekşi, ben büyük bir savaş verdik bu madde kaldırılmasın diye. Saf demokratları, sosyal demokrat halkçı partiyi, entelektüel snobları ikna edemedik. Bize hep 'siz anti demokratsınız, totalitersiniz' dediler. Biz de '163. madde kaldırılınca, ben dini devlet istiyorum diyen insanlar bunu rahatlıkla, özgürce her türlü medyada yayarak ve bir etrafa kin kusarak yaptıkları zaman bu ülkeyi iç harbe sürükler, bunu engelleyemezsiniz' dedik. Kendimizi anlatamadık o dönemlerde. Herkes sonsuz bir demokrasi havarisi kesilmişti ve herkes sanki 12 Eylül’den çıkmanın getirdiği sonsuz bir özgürlükle kucaklaşma vardı ve Hollanda’da, İsveç’te, Amerika’da bile olmayacak özgürlük komedyasında 141,142,163 de kalksın diye bizim ülkeye sokuldu. Sovyet Rusya çöktükten sonra 141, 142 içi boş bir paketti. Bunun karşılığında içi atom bombası dolu bir 163 paketi sanki eşit derecede değiş tokuş takas yapılıyormuş gibi bize dayatıldı. Bunun sorumlusu ANAP ve DYP’dir, bunun sorumlusu Sosyal Demokrat Halkçı Parti’dir. Hepsi bu suça iştirak etmiştir. 163. maddenin kaldırılmasıyla, Türkiye’de demokrasiden hiçbir şey istemeyen, yalnız demokrasinin kalkmasını talep eden bir insan kesimi güçlendirilmiş ve teşvik edilmiştir."
(Kayıt Tarihi: 1994)