Türklerin Kürtlere ettiklerini hepimiz biliyoruz ama Kürtlerin devlette önemli mevkilere gelebildiğini de biliyoruz, Hikmet Çetin gibi. Maksat gönüller bir olsun. Obama yeni bir Kennedy....

Türklerin Kürtlere ettiklerini hepimiz biliyoruz ama Kürtlerin devlette önemli mevkilere gelebildiğini de biliyoruz, Hikmet Çetin gibi. Maksat gönüller bir olsun. Obama yeni bir Kennedy değil. Zaten TV’de “Obama’yı yetiştirmeye başladılar” diyor. Kaldı ki buna gerek bile yok. Onun ABD “kurulu düzeni” tarafından seçildiğini iki yıl önce güvenilir kaynaklar yazdılar. Ben de o tarihlerde bunu aktarmıştım. Nitekim ABD basını “Obamaizm” terimini o zamandan beri kullanmakta. Talih de, yani kriz de yardım etti. Artık herkesin istediği gibi at oynattığı bir finansal düzenin sürmeyeceğini biliyoruz. Yeni kurallar gelecek. Al sana değişim, Obama sayesinde!

Farklı düşünenler Obama’nın seçim kampanyasının çok önemli bir özelliğini vurguluyor. Bu kampanyada Obama zenginlerden para almamış ve her bağışın da 1000 doları geçmemesi kuralını getirmiş. Bu doğruysa hakikaten önemli. Demek ki kimseye diyet ödemek istemiyor. Buna “devlet artık 1960’larda olduğu gibi başkan öldüremez” varsayımını da eklersek Obama’nın kurulu düzene rağmen değişimlere niyetli olduğunu varsayabiliriz. İnşallah ama ben öteki senaryoya inanıyorum maalesef. Yani, Obama’nın kurulu düzen’in onayı ile geldiğine. Dolayısıyla her ne yapacaksa kurulu düzen’in okeyi vardır. Belki Amerikan devleti tüm dünyada ağır itibar kaybına uğradığı ve hegemonyasını kaybetmekte olduğu şu dönemde siyahlarıyla ve hispanikleriyle barışmaya yönelik adımlar atmayı kaçınılmaz görmüştür. “Önceden tedbir” stratejisinin bir gereği olarak bir de içeride sorun istemediğinden.

Türk basınının Obama’nın seçimini büyük değişim, devrim, bir siyah başkan oldu diye heyecanla ve büyük başlıklarla görmesi aklıma Ergenekon’u getirdi. Orada da büyük değişim, orgeneraller tutuklandı diye heyecanlandılardı. BirGün’ün bunu desteklemekle beraber o kadar da önemli bulmaması yüzünden etmedikleri laf kalmadı. Şimdi görüyoruz işte ne olduğunu. Kriter: Yapılan devlete rağmen mi yapılıyor? Soru budur. Obama ABD kurulu düzeninin onayı ile gelmiştir, Ergenekon da öyle idi.

Bir başka örnek Lula. Obama siyah mıdır dedik. Şimdi soralım. Lula sosyalist midir? Onu da gördük. Lula’nın solu kullanarak Brezilya’nın neoliberal küreselleşme ile entegrasyonunu nasıl ilerlettiğini gördük. O da değişim, sosyalizm gibi laflar ederek hükümet oldu (İktidar tabii ki olmadı, Obama da iktidar değil).

Erdoğan da öyle. Şimdilerde devlet düzeni ile barışıyor. Yalnız burada bir parantez açmak istiyorum: MHP’nin seçimleri kazanma ortamı doğdu, zaten doğmuştu. Son seçimlerde aldıkları oy benim tahminimin çok altında kaldı. Şimdilerde Erdoğan’a MHP’nin yükselişini gösteren kamuoyu yoklaması sonuçları bile ulaşmış olabilir. AKP sosyal güvenlik yasası, yolsuzluklar, kriz vb sebeplerle yıpranıyor. Erdoğan’ın kullanmaya başladığı sloganlar bile MHP’nin sloganları. Parantez biraz uzun oldu, şimdi devam edebiliriz. Buna rağmen Erdoğan DTP ile görüşüp tüm demokratik güçlerle birlikte direnebilirdi ama öteki yolu seçti.

Abraham Lincoln de öldürüldü, Allende de öldürüldü. Bunlar aslında çok basit bir gerçeği vurguluyor: Eğer kurulu düzenin kırmızıçizgilerini ihlal etmeye kalkarsan ve kurulu düzen silahlı ve sen de silahsız örgütlenmelere sahipsen, bu durum mantıki sonucuna ulaşır: sen öldürülürsün. Bunun tek istisnası halkın mücadeleye hazır ve istekli olmasıdır, bir başka deyişle kurulu düzen seni öldürse bile mücadelenin devam edecek olmasıdır. Bu ise halkın kurulu düzene başkaldırmaya istekli, bedel ödemeye hazır durumda olmasıdır.

Birçok şartların sonucunda kurulu düzen kendini değiştirmeye de karar verebilir, seni öne sürerler. Değişimi gerçekleştiren büyük adam olursun o zaman ama aslında o değişimi gerçekleştiren sen değilsindir. Bütün bunları birlikte düşündüğümüzde ortaya en azından şu çıkıyor: Sadece seçmen desteği ile değişim gerçekleştirilemez. Burada değişim derken kastettiğim, yaptığınızın devlete rağmen olmasıdır. Böyle değilse zaten değişimi yapan görünürde sizsiniz ama asıl karar veren devlettir.

Atatürk ve Lenin mi dediniz? Değişime gerçekten kararlı olan yürüyüşünden belli olur. Onlar biliyoruz ki zaten bunların farkındaydı ve asıl önemlisi onlar gelirken kurulu düzen çökmekteydi (Not: Atatürk buna rağmen kurulu düzenin tabanı ile işbirliği yaptı, belki yapmak zorunda kaldı ve bunun diyeti epey ağır oldu).

Şimdi bütün bunları hesaba katarak biraz “Türkiye’ye bir Obama lazım” düşüncesi üzerinde durmak istiyorum. Sanıyorum burada kastedilen Türkiye’nin etnik sorunlarını ülke bütünlüğünü koruyarak ve bu açıdan herkesi iyi kötü memnun ederek çözecek bir lider. Bunu yabana atmamak da lazım. Çünkü yavaş yavaş böyle bir çözümün şartları da olgunlaşıyor gibi. Şartlar adamını da yaratır. Nesnel koşulların belirleyiciliğini çok vurgulayan bir yazı oldu ama şimdilerde böyle düşünüyorum.