“Biliyorsunuz Türkiye’de ‘herkes, her şeyi biliyor’ ya hani. Benim adım dedikoducu yazar olarak çıkmış ama en üst düzeyden en alt kademeye kadar herkes dedikodunun kralını yapıyor. Herkes, her şeyi bilir. Ankara’da İçişleri Bakanlığı’nda, Başbakanlık’ta ne konuşulduğunu bile bilirler. ‘Nereden duydun?’ diyorsun, ‘orada benim çok ünlü, yetkin ahbabım var’ diyor. Kafadan atıyorlar tabii.
 
Ben gazeteciliğe başladığım zaman, emekli olmak üzere olan bazı abilerim vardı. Ben iki sene önce emekli oldum 23 sene 6 aydan. Hâlâ o insanlar devam ediyorlar orada, bunu biliyor musun? Onların yazdığı yazılar çağdışı belki ama ‘onların felsefesi’ falan deniyor. Ve de o insanlar köşeyi kapmış böyle, o sandalyeyi kapmış.

Bir kere okullarda iyi eğitim olduğuna inanmıyorum. Onlar insanı insan gibi yetiştirmiyor. Bu yüzden de kesinlikle böyle merdivenleri yavaşça çıkan, her merdiven de bir şeyler öğrenebilen, kendini tanıyan, kendine özgüveni olan artı halkı, arkadaşını, çevresini tüm Türkiye gerçeğini böyle gerçek bir şekilde tanıyan insanların yönetici olmasını istiyoruz. Çetin Altan’ın çok güzel bir lafı var: Türkiye’de değerli insanlar, önemli insan olursa Türkiye kurtulacak. Ama maalesef Türkiye’de önemli insanlarının yüzde 90’ı değersiz insan. Hasbelkader bu noktalara gelmişler. Türkiye’yi çeşitli şekillerde orada burada yönetiyorlar ya da temsil ediyorlar ama değerli insan değerli olmak içinde o işi çok iyi bilen insan, halkı tanıyan, işini bilen, yetişmiş dört dörtlük insan Türkiye’yi yönetebilir. Ben yurtdışında okuyup da garip konuşan insanların herhangi bir görevde başarılı olacağına inanmıyorum. Bunu da açıkça söylüyorum.

Türkiye’nin kesin bir kültür devrimine ihtiyacı vardır. Bütün her şeyin başında kültürsüz, düşünemeyen, vizyonu dar, neden yaşadığını, niye bu dünyaya geldiğini, kim olduğunu bilmeyen kültürsüz insanların getirdiği problemler ve olaylar var. Eğer gerçekten insanlar en azından bugün çağdaş bir insanın bilmesi gereken şeyleri bilirse beynini geliştirip de düşünmesini öğrenirse bazı suçlar kesinlikle kendi kendine bitecektir zaten. Şimdi o aşamaya geldikten sonra herkes en azından, öyle olağanüstü süper güçte bir insan değil de normal bir insan olsun, bilmesi gerekenleri bilsin, düşünmesi gerekenleri düşünsün ve kendini de bilerek, haddini de bilsin zaten o zaman bazı suçları işlemeyecek demektir.

İdam cezasına ben kesinlikle karşıyım. Hiçbir suçun idamı olmamalı. Bence hapishanelerdeki insanları üretime sokmak gerekiliyor, onları çalıştırmak gerekiyor. Bir başka konu da; bence her şey her zaman açık açık söylenmeli. Hep insanlar kendi aralarında kapalı kapılar ardında dalga geçme, konuşma, eleştirme ihtiyacındadır. Mutlaka yapar. Bence bunu açık açık gazetede, radyoda yaparım daha hoş; yani her şey açık olmalı. Kara mizah yaparım ben Başbakan bile olsam. Birisi ile dalga geçmem gerekiyorsa, bir açığını buldum mu hiç düşünmeden, çekinmeden yazarım yani. Başkaları da benimle aynı şeyi yapsın.

Hep söylüyorum: ‘Kültür devrimi şart’ diyorum. Hep böyle yama olur. Şimdi bugünkü mevcut koşullara göre eğer kadro kurmak gerekirse kesin 40 yaşın altındaki kesim göreve gelecektir. Alt limit 25 yaşında olabilir. Ama 40 yaşından daha yukarılar maalesef lüzumsuz bir söylenme. Ama yine de hiçbir zaman bugünkü gençlik gibi düşünmüyoruz. Bugünkü gençlik çok daha iyi düşünebilen, düşündüklerini dile getiren bir kesim. Çünkü onlar televizyonla büyüdüler. Bizim hayalini bile kuramayacağımız şeyleri 10 yaşında öğrendiler. Politikaya varıncaya kadar herkesi tanıyarak büyüdüler. Gençlere kesin güveniyorum, kesin inanıyorum. Ama İstanbul’daki Etiler’de baba parası ile dolaşan, 18 yaşında Mercedes’i olan gençler değil elbet. Ben böyle orta halli, kendi kazancı ile okuyan, hayatı kendi kendine öğrenen gençlere inanıyorum.

 
Bir Türkiye gerçeği var. Türlü etnik ırklardan olmamıza rağmen birbirimizle kardeşçe yaşamışız. Türkiye’nin çok değişik coğrafya konumu var. Böyle hep birlikte kardeşçe yaşayacağımız bir sistem kurardım. Bunun için de ne yapmak gerekiyor, yasalar gerekiyor. Bütün yasaları, Anayasa dahil, hepsini gözden geçirirdim pratikte ne kadar işlevliği var diye. Sağlıktan okula, ekonomiden devletin yapısını oluşturan kanunlara dek hepsini gözden geçirirdim ve Türkiye gerçeğine uygun yepyeni bir kanunlar zinciri oluştururdum. Türkiye halkı bambaşka bir noktaya geldi, kanunlarla halkın paralelliği bitti. Kanunlar halkın gerisinde kaldı. Ben bir medya mensubu olarak gazete ve televizyonları nasıl Türkiye halkının gerisinde kalmış gibi görüyorsam, aynı şekilde yasalarımız da kaldı. Bunu açıkça söylüyorum: Yöneticilerin hepsi oturup, bu sorunları halledip; Türkiye halkının şu andaki çizgisine paralel yepyeni yasalar çıkartmalı, bu yasalar da gerçeğin ta kendisi olmalı.

Mizaha gelince… Mizah, beyne giden en direkt yoldur. Gülerken, güldürürken daha tesirli olabiliyor. Olabilir yani önemli olan mesajları iletebilmek. Gülerken sempatik şekilde verebilmek. Avrupa’da çok var biliyorsunuz, gülerken ne hokkabazlıklar yapıyorlar. Hiçbir suç unsuru yok, kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Eğlenirken mesajlarını da veriyorlar.”

(Radyo Kayıt Tarihi: 23 Temmuz 1995)