Anlatmak zor bir süreçtir. Bilim insanları örneğin küresel ısınmanın getireceği riskleri, genetiği değiştirilmiş organizmaların yaratacağı geri dönüşümsüz sonuçları, nükleer...

Anlatmak zor bir süreçtir. Bilim insanları örneğin küresel ısınmanın getireceği riskleri, genetiği değiştirilmiş organizmaların yaratacağı geri dönüşümsüz sonuçları, nükleer, termik ve hidroelektrik santralların yok edeceği canlıların yaratacağı korkunç değişimi ya da nesli tükenmekte olan türlerin ölçülemez değerini anlatamıyor. Bazen karşılarındaki anlamak istemiyor, bazen de yanlış yöntem ya da hatalı sözcükler sıkıntıya yol açıyor.

Böyle durumlarda bazen iletişim ve bilgiyi paylaşmak adına içinde yaşanılan toplumun özelliklerine uygun bir yöntem icat etmek gerekiyor. Kuru anlatımın sıkıcılığı da böylece ortadan kalkıyor. Ekolog Robert Costanza ve arkadaşları çaresizlikten çok düşünmüş olacaklar ki Amerikalıların anlayacağı dilden bir anlatım yolu bulmuş.

Ekosistemin insanlar için sunduğu hizmetler aklı başında birisi için aslında kolay anlaşılır haldedir. Bu hizmetler doğal ekosistemler ve türlerin yer aldığı tüm süreçleri kapsar ve bunlar insan yaşamının yeryüzünde sürmesine olanak verir. Birkaçını sayalım;

Havanın ve suyun temizlenmesi.

Kuraklık ve sellerin şiddetinin azaltılması.

Verimli toprakların korunması.

Atıkların uzaklaştırılması.

Tohumların yayılması.

Ultraviyole ışınlardan koruma.

Estetik güzelliğin sağlanması.

Madde döngüsü vs.

İşte Costanza ve arkadaşları bu noktada farklı bir yol izliyor. Madem ki Amerikalılar herhangi bir şeyin değerini belirli bir “paha” biçilmeden anlayamıyor onlar da oturup hesap yapıyor. İşe basit bir soruyla başlıyorlar.

Bu hizmetler doğa tarafından değil de belediye tarafından yapılsaydı maliyeti ne olurdu? Hesaplamak kolay olmuyor ama başarıyorlar. Yılda tam 33 trilyon dolar. Yani dünyadaki tüm ülkelerin ürettiği brüt ulusal ürünün iki katı. Başka bir deyişle tüm dünya bir araya gelip, yemeyip içmeyip ürettiğimiz her şeyi nakde çevirsek bile paramız (eğer yerküre kredi kartına vade farksız iki taksit yapmayı kabul etmezse) yetmiyor.

O halde yerkürenin bonkörlüğü bir masal değil, bilimsel bir gerçek. Demek ki karşılıksız sevmeyi bilen bir yerküremiz var. Belki o yüzden ona asırlarca “ana” denmiş. TOPRAK ANA.

Galiba bir kısmımız saf karşılıksız sevginin kimde olduğunu hep biliyorduk. Bilmeyenler belki bu yolla anlarlar diye umut ediyoruz.

1991 yılında sekiz kişi Biyosfer II adı verilen kapalı, kocaman bir seranın içine girip yaşamak için gönüllü oldu. Deney topraklı bir ormana, minyatür bir okyanusa sahip kapalı bir ekosistem modeli olarak tasarlandı. Gönüllüler iki yıl Biyosfer II’nin içinde yaşayacaktı. Ama olmadı. Model çöktü. Tüm tozlaştırıcı böcekler öldü. Oksijen beklenenin yarısına düştü. Omurgalı hayvanların tamamı yok oldu. Karbondioksit oranı bir türlü düzenli seyretmedi. Her şey kurudu. Geride sadece hamamböceği ve benzeri birkaç böcek kaldı. Deney 15. ayda durduruldu. Belli ki yaşadığımız yerküreyi, evimizi anlamaktan çok uzaktayız. Ama ona her türlü baskıyı uyguluyoruz. Sonuçları hakkında en küçük bir fikrimiz bile olmadığını asla kabul etmeyerek “buraların sahibini” oynuyoruz. Çünkü bize enerji gerek, gıda gerek, araba gerek, uçak, gemi, jakuzi, tank, top, bomba gerek. Ama galiba sonuçta bir avuç hamamböceğiyle kalakalacağız.