Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gez

Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi öncesinde, "Kürt sorunu"nun çözümü için "PKK’nın koşulsuz silah bırakması, devletin de gerekli demokratik açılımları sağlaması" çağrısında bulunan girişimin sözcüleriyle buluşması AKP’nin siyaset tarzı açısından önemli özellikler taşıyor.

AKP ne denli bu iradeyi gösterebilecek? PKK eylemlerinin sürmesine bağlı olarak oluşacak ortam buna imkân tanıyacak mı? Erdoğan samimi mi, yoksa taktik gereği mi böyle davranıyor? "Kürt sorununun" çözümü için bir stratejiye sahip mi değil mi? vb.. Bütün bunlar üzerine çeşitli spekülasyonlar yürütmek mümkündür. Ancak söz bir kere söylenmiştir ve arkasındaki niyetler ne olursa olsun kendi başına bir değer ve etki yaratması kaçınılmazdır.

Her şeyden önce Recep Tayyip Erdoğan’ın; Genelkurmay Başkanı’nın "teröre karşı kısıtlı yetkilerle mücadele ediyoruz" açıklamasının ardından konuya salt "güvenlik sorunu" çerçevesinde bakmadığını göstermesi önemlidir. Aynı zamanda demokratikleşme adımları ndan "terör" nedeniyle vazgeçmeyeceğini açıklaması da önemlidir. Bütün bu tutum ve davranışlar siyasal alanın genişletilmesi; şiddetin bir yöntem olarak minimalize edilmesine bağlı olarak yasal siyasi zeminin güçlenmesi anlamına gelir.

AKP aslında siyasal ve tarihsel kökleri itibarı yla bu tür bir "demokratik tavırla" çelişen bir siyasal parti olarak görülebilir. Siyasal İslamcı geleneğin demokrasiyle ve özgürlüklerle kurmuş olduğu ilişki de, Türk milliyetçiliğ i düşüncesiyle kurduğu ilişki de hep sorunlu olagelmiştir.

Asıl şaşırtıcı olan ise kendini "muhafazakâr demokrat" olarak niteleyen bir partinin siyasal alanın genişletilmesine ve demokratikleşmeye vurgu yapan söylemleri öne çıkartmasının karşısında; kendini sosyal demokrat olarak niteleyen bir siyasal partinin yani CHP’nin tam tersine davranmasıdır.

CHP, AKP’nin "aydınlarla" görüşmesine soğuk yaklaşırken esas olarak sorunun bir "devlet zirvesinde" ele alınması gerektiğini savundu. Erdoğan’ın geçmiş hatalardan söz etmesini ise "şehitlere bir haksızlık" olarak niteledi. CHP’ye göre yapılması gereken Genelkurmay Başkanı’nın "daha çok yetki" isteğ inin karşılanmasıydı.

CHP Genel Başkanı Baykal sık sık CHP’nin Cumhuriyeti kuran parti olduğunu vurgular; bu yolla "laik-dinci geriliminde" bir taraf olarak kendi gücünü sağlamlaştırmayı adeta tek varlık nedeni olarak politikasının göbeğine oturtur. Evet, CHP tarihsel kökleri itibarıyla eski deyimle "bani" (kurucu) bir partidir. Ve Cumhuriyet tarihsel olarak "ilerici" bir dönüşümdür. Ancak bugün Cumhuriyet rejiminin 80 yılı aşan pratiğinden sonra hâlâ siyasal alanın kısıtlanmasından, özgürlüklerin ve demokrasinin budanmasından, toplumu dışta bırakan "devlet odaklı" çözümlerden yana tutum almanın "ilericilikle" en ufak bir ilişkisi kalmamıştır.

Baykal eliyle CHP’nin giderek MHP’lileşmesi güncel politika açısından kuşkusuz sevinilecek bir durum değildir. Ama bugün ülkenin en temel sorunlarına Baykal ve Bahçeli’nin bakış açıları bütünüyle aynıdır. Bu gerçek bir sol muhalefetin büyüyüp güçlenememesi; özgürlük ve demokrasi taleplerinin AKP’ye devredilmesi anlamına gelmektedir. Kürt sorunu üzerinden süren son tartışmaları n ortaya çıkardığı gerçek budur.