Birincisi, tabii ki istisnaları olmakla birlikte Türk sosyalistlerinin içine girmekte olduğumuz krizin vahametini henüz kavrayamadıklarını düşünüyorum. Bunun yaklaşık 10 yılda bir gelen...

Birincisi, tabii ki istisnaları olmakla birlikte Türk sosyalistlerinin içine girmekte olduğumuz krizin vahametini henüz kavrayamadıklarını düşünüyorum. Bunun yaklaşık 10 yılda bir gelen resesyonlardan (1980, 1990, 2000) farklı olmadığını sanıyorlar. Öyle görünüyor. İkincisi bu krizin neoliberal küreselleşmenin bir sonucu olduğunu düşünüyorlar, yazılıp çizilenlerden bu anlaşılıyor. Bunun yanlış olup olmadığı altını nasıl doldurduğunuza bağlı. Türk sosyalistlerinin krize karşı taleplerine, yani altını nasıl doldurduklarına baktığımızda yanlış olduğu anlaşılıyor: O taleplerden görülüyor ki “Refah Devleti” diye tabir edilen döneme ait haklarını geri istiyorlar. Bu dönemin özelliği ne idi? Sermaye hareketlerinin, mal hareketlerinin, emek hareketlerinin, çalışma hayatının, hepsinin kurallara bağlanmış olması. Neoliberal küreselleşme döneminde ise emek hareketleri dışında kurallar yok, atış serbest. Sosyalistlerimiz şimdi kapitalizmin kurallı halini geri istiyor, yani 1930’ların başlarında yavaşça başlayan 1945’ten sonra hızlanan ve 1970’lerin ortalarında çökmeye başlayan dönemdeki haklarını geri istiyorlar.

Bu dönemdeki kazanımlar işçi mücadelesinin ürünüdür ama o zamanın şartları bunu taşıyabilmiştir. O şartlar da İkinci Dünya Savaşı’nın ürünüdür. Nitekim o özel şartların kendini tüketmesiyle ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla şimdiki talepler kapitalist dünya ekonomisi muhtemelen şimdiye kadar yaşadığı krizlerin en ağırına girerken ben ikinci dünya savaşı sonrası dönemdeki haklarımı geri isterim demek oluyor.

Yine de olabilir. Sonuç olarak kazanılmış hakların savunulmasından bahsediyoruz. Ne var ki kapitalist ekonomi inişe geçmişken işçilerin bunu tersine çeviremeyeceğini söyleyen Marx’ın kendisidir. Çünkü mantıken böyledir.

Peki ne yapmak lazım? Bence iki konunun üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Bunlardan birincisi, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının yükseltilmesidir. Başka çıkar yol görünmüyor. Zaten hep böyle idi. Öyleyse mücadelede enerjinin büyük bir kısmını burada yoğunlaştırmak gerekir. Bu noktada iki şeyi karıştırmamakta fayda var. Bahsetmekte olduğum kapitalizmin ilgası için işçi sınıfının dünya ölçüsünde birliğinin sağlanması konusu değil, o ayrı. Ben krize karşı direnebilmek için de bunun gerektiğini düşünüyorum. Otomotiv örneğini alalım. Buradaki kriz 2008 dünya finansal krizi nedeniyle ortaya çıkmış değildir, o tuzu biberi oldu. Sadece bir aşırıüretim krizi de değildir, çünkü ortada bir de muazzam ücret farklarıyla üreten firmaların bulunduğu bir piyasa söz konusudur. Artık pahalı üretenler büyük ölçüde tasfiye olacak. ABD yetkilileri sektörün üç devine aktarılan paranın zaten çöküşün kontrollü olması için verildiğini kendileri itiraf ettiler. Şimdi bu sektörde olup bitenlerden otomotiv işçilerinin en az zararı görmesi için, verilecek mücadelenin etkin olması için dünya otomotiv işçilerinin dayanışması ve koordineli direniş eylemleri gerekmektedir, yetmez buna yan sanayi işçilerinin ve aslında tüm dünya işçilerinin katılması gerekir. Bir başka deyişle, dünya ölçeğinde konuşuyorum, ne kadar çok işçi katılırsa eylemlerin etkinliği de o ölçüde fazla olur. Bunlar tabii ki Bursa’daki otomotiv işçileri için de geçerlidir.

İkincisi ise, gelişmekte olan ülkelerin ortak mücadelesinin desteklenmesidir. Bu kriz ABD hegemonyasını ve neo-liberalizmin itibarını sarsacağı için önemli fırsatları da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkeler ortak hareket ederlerse sözgelimi DTÖ kurallarını kendi lehlerine bir ölçüde de olsa değiştirebilirler. Bu nedenle sosyalistler Türk hükümetlerini bu yönde hareket etmeye zorlamalıdır.

İşten çıkarmalarına karşı dayanışma içinde direnmek tabii doğaldır. Bu söylediklerim bunun reddi anlamına gelmez. Bununla birlikte o hususta da asıl mücadele uluslararası planda verilmelidir. “Temel yurttaşlık geliri” konusunda genişleyen bir bilimsel literatür var. Sosyalistler bunu görmezden geliyor. Oysa çok önemlidir. Bunun başarıya ulaşması işini kaybedenler için önemli destek olacaktır. Eğer bu yöndeki mücadele oluşacak bir “dünya havuzundan” temel vatandaşlık geliri dağıtımı biçiminde olursa etkisi çok daha yüksek olur ve bu da işçilerin uluslararası hareketinin bir ürünü olabilir.

İşçiler Dünya Sosyal Forumu’nda potansiyel ağırlıklarına uygun bir temsil bulamadı, çünkü orada sistemin kendisine itirazı olanlar ön planda yer alıyordu. İşçiler ise son yıllarda bulundukları yerde ayaklarına basıldığında bağırmakla yetinir hale getirilmişti. 2008 finansal krizinin işçilerin uluslararası dayanışmasının yeni bir başlangıcı olması dileği ile.